
Herkese en kocamanından Merhabaaa… Evet coşkuluyuz, heyecanlıyız. Çünkü uzun bir aradan sonra tekrar karşınızdayız. En son 2019 Haziran ayında Hindistan’a gitmiştik. Döndüğümüzde bu kadar değişik bir kültürü tanımanın verdiği heyecanla iyice gaza gelmiş “acaba sonraki seyahatimizi nereye planlasak??” diye düşünürken Covid 19 pandemisi bütün planlarımızı altüst etmişti. Ayrıca ülkemizin bulunduğu konum dolayısıyla pandemi sadece küçük bir ayrıntıydı. Çünkü boğuştuğumuz çeşitli siyasi krizlere ve güneyimizdeki savaşa bir de en babasından bir ekonomik kriz ve kuzeyimizde bir savaş daha eklenmişti. Ama her şeye rağmen ölmeyip hayatta kalmıştık ve bu 3 zorlu senenin sonunda bir yurtdışı seyahatini de haketmiştik.
Yurtta ve Dünyada bunlar yaşanırken bizim cephemizde de işler yolunda gitmiyordu. Daha pandemi diye bir şey ortada yokken aldığımız Bali biletleri THY’nin sonsuz gayretleri ile kuşa dönmüştü. Biz Bali’de sonsuzluk havuzunda elimizde içeceklerimiz ile güneşin batışını izlemeyi hayal ederken kendimizi birden kaban ve atkılarımızla Berlin’de bulmuştuk. Bu vesile ile sürekli iletişim halinde bulunup dedikleri her şeyi yapmamıza rağmen son dakika golü ile Bali gidiş dönüş biletimizi, kur farkı ya da faiz yansıtmadan, hediye çeki olarak bize iade eden THY’ye ayrıca sevgilerimizi sunuyoruz. Öyle ki 3 yıl önce aldığım Bali gidiş dönüş biletinin parası ile bugün Berlin gidiş dönüş bileti zor geldi. Bu olaydan alacağımızı almış, THY gibi bir kuruma dahi güvenilmemesi gerektiğini anlamış bulunuyoruz. Neyse sinirlenmeyi bırakıp, 3 yılın sonunda ilaç gibi gelen Berlin seyahatimize geri dönelim biz.


Yaşadığımız ekonomik olumsuzluklar nedeniyle artık yurtdışına çıkmak neredeyse imkansız hale geldi. Eskiden bir yere gidip geldiğimizde, gördüğümüz yerleri detaylıca anlatmamızı isteyen arkadaşlarımız haklı olarak şu an sadece gezi maliyeti ile ilgili sorular soruyorlar. Pandemi öncesi yaptığımız son Avrupa seyahatinde euro 5.5 TL civarlarında iken şu anda 40 TL. Yani artık burnumuzun dibindeki Avrupa’ya giderken gördüğümüz fiyatları kabaca 40 ile çarpıyoruz. Yalan yok bu tür seyahatler eskisine göre çok maliyetli hale geldi ancak şöyle de bir şey var ki biz Türkiye’de hayat pahalılığının nirvanasını yaşadığımızdan başka hiçbir yer pahalı gelmiyor. Örneğin; uçağımız İstanbul aktarmalı olduğundan 1 gece İstanbul’da konaklamamız gerekti. Sadece gece birkaç saat geçireceğimiz, havaalanı yakınlarında en basitinden bir otelin geceliğine verdiğimiz para ile Berlin’in göbeğinde bir otele verdiğimiz para aynıydı. Yani Berlin’de olmak ekstra bir maliyet getirmedi. Yine Berlin’de kahve 2-2.5 euro. E Türkiye’de de kahve fiyatları zaten 120 TL civarı. Yani eğer uçak biletini kampanyadan falan ucuza getirebilirseniz bence düşünmeden, hesaba kitaba boğulmadan gidin ve güzelce gezin derim. Dediğim gibi Türkiye’de yaşamak zaten o kadar pahalı ki, en kötüsüne adaptasyon geliştirdiğimizden Avrupa’daki fiyatlar çok koymuyor artık.

Berlin’in tarihi 1700’lü yıllara dayanıyor. Günümüz Almanyasının başkenti olan Berlin daha öncesinde de Prusya’ya başkentlik etmiş. Şehir eski olduğundan tarih boyunca bir çok önemli olaya tanıklık etmiş. Ancak en hızlısından Berlin’i keşfetmeye çalışan biz gezginler için yakın tarihimizden özellikle iki olay çok önemli; İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş. Çünkü Berlin’de başınızı ne tarafa çevirseniz bu iki olaydan izler görüyorsunuz. Bu nedenle Almanya seyahatinizi saf turistik olmaktan çıkarıp daha anlamlı hale getirebilmek için gitmeden bunlarla ilgili bir şeyler okusanız iyi olur. Ben de yazımda yeri geldikçe bahsedeceğim.

Berlin’e ne zaman gidilir??
Berlin, teorik olarak yılın her ayında ziyaret edilebilir olsa da kış aylarının çetin geçebileceğini bilmenizde fayda var. Bizim gibi günlerin kısacık olduğu zamanda, buz gibi havada atkı bere ile gezmeyi sevmeyenlerdenseniz seyahatinizi Nisan-Ekim ayları arasında planlamanız daha uygun olur. Bunun yanında Avrupa’nın en yeşil şehirlerinden biri olan Berlin’in o güzel park ve bahçelerinde zaman geçirerek, yaşadığımız şehirlerde betona gömülü hayatlarımıza isyan etmek için de yaz ayları bir avantaj tabii ki.

Berlin’de ulaşım??
Havaalanı-Merkez ulaşımı;
Berlin’e daha önce gitmiş olanlar bilir, eskiden Tegel ve Schönefeld olmak üzere iki havalimanı varmış. Bunlardan Tegel tamamen kapatılmış, Schönefeld ise Brandenburg Havalimanı’na 5. Terminal olarak eklenmiş. Yani kısacası şu an Berlin’de kullanılan yepyeni ve koskocaman tek havalimanının adı Brandenburg Havalimanı. Ve siz de Berlin’e ulaşım için bu havalimanını kullanacaksınız. Burası şehir merkezine yaklaşık 25 km uzaklıkta ancak Berlin ulaşım açısından çok rahat bir şehir olduğu için merkeze ulaşmakta zorlanmayacaksınız.
Havalimanından merkeze ulaşımın en hızlı, en kolay ve en ucuz yolu metro. Havalimanı T1 terminalinde tren istasyonu bulunuyor. Buradan S-bahn treni ile merkeze çok kolay bir şekilde ulaşım sağlayabilirsiniz. Havalimanında S-bahn’ın 2 hattı bulunuyor; S9 ve S45. Siz şehir merkezine gitmek için S9’u tercih edeceksiniz. Biletlerinizi istasyonda bulunan makinelerden alabilirsiniz. Sonrasında ise yandaki küçük kutucuk gibi cihazlardan biletinizi validate etmeyi unutmayın yoksa kontrollerde ceza kesiyorlar. S-bahn bilet fiyatları için şu linki inceleyebilirsiniz; tıklayın.


Metro dışında otobüs ve Airport Express gibi seçenekler de mevcut ancak dediğim gibi fazla maceraya gerek yok. Havalimanı T1’de metro istasyonunu bulun, S9 hattına binip merkeze gelin. Alexanderplatz’da inerseniz Berlin’in her yerine aktarma yapabilirsiniz. Bu yolla 3-4 euroya yaklaşık 45 dk da merkeze ulaşım sağlarsınız.
Şehir içi ulaşım;
Berlin şehir içi ulaşımda sıkıntı yaşamayacağınız şehirlerden biri. İnanılmaz geniş bir metro ağına sahip. Neredeyse tüm şehri sokak sokak metro ile birbirine bağlamışlar. Tabii diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi Berlin’de de önerim yürünerek gezilmesi yönünde. Ancak yorulduğunuz, pes ettiğiniz noktada metronun hemen yakınınızda olduğunu ve metro ile hemen her yere kolayca ulaşabileceğinizi bilmek güzel.

Berlin’de raylı sistem; tramvay (ki bunu hiç kullanmadık hatta görmedik bile), metro U-bahn (daha çok yer altından gider) ve banliyö treni S-bahn (daha çok yer üstünden gider) şeklinde hizmet veriyor.Bunun yanında şehir, merkeze olan uzaklık baz alınarak ABC olarak bölgelere ayrılmış. A bölgesi şehir merkezi, B bölgesi merkezin biraz dışı, C bölgesi ise şehrin bayağı bir dışı demek oluyor. Metro bilet fiyatları da bu bölgelere göre belirleniyor. Eğer merkez ve çevresinde gezecekseniz AB bilet yeterli olurken, şehrin dışında kalan uzak bölgelere gidecekseniz ABC bilet almanız gerekiyor. AB bölgesi tek yön bilet 3.5 euro, ABC bölgesi tek yön bilet 4.40 euro. Buraya tıklayarak bilet fiyatları hakkında daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
Daha önce de bahsettiğim gibi biletler istasyonlarda bulunan makinelerden alınabiliyor ve bu makinelerin hemen yanında bulunan küçük kutucuklarda validate etmek gerekiyor. Seyahatimiz boyunca hiç kontrole denk gelmedik ancak yakalanırsanız 80 euro cezası olduğunu da bilmek gerek.

Berlin WelcomeCard alınmalı mı??
Berlin WelcomeCard, geçerli olduğu süre içerisinde sınırsız ulaşım hakkı sağlayan, bunun yanında bir çok müze girişi ve turistik aktivasyonda %50’ye varan indirimler sunan, ayrıca müze girişlerinde sıra beklemeyip hızlıca geçmenizi sağlayan, turistlere özel hazırlanmış bir kart. Turist alan bütün şehirlerin böyle imkanlar sunan kartları oluyor. Seyahatlerimizde genellikle toplu taşıma yerine yürümeyi tercih ettiğimizden bu kartları almayız. Ancak bu sefer bazı sebeplerden toplu taşımayı çok kullanacağımızı ön görüp Berlin WelcomeCard almaya karar verdik.
Bu kartı Berlin’de havalimanı, turizm danışma merkezleri, toplu taşıma bilet makineleri gibi birçok yerden temin edebilirsiniz. Kartın 2, 3, 4, 5 ve 6 gün geçerlilik süresi olan çeşitleri mevcut. Aldığınız kartı metrodaki makinelerde validate ettiğiniz anda geçerliliği başlıyor. Önemli bir nokta da bu kartı seyahatiniz boyunca yanınızda taşımanız gerektiği. Çünkü toplu taşımada kontrollere denk geldiğinizde görevliye kartınızı göstermek zorundasınız.
Dediğim gibi bu kart müzelerde indirim sağlıyor. Ancak siz müzeler adasındaki tüm müzelere ücretsiz giriş istiyorsanız Berlin Welcomecard’ın bunu ayrıca içeren özellikte kartını satın almalısınız. Berlin WelcomeCard ile ilgili daha detaylı inceleme yapmak için buraya tıklayın.



Berlin’e kaç gün ayırmalıyız??
Berlin’in simge turistik noktalarını görmek, temel aktivasyonlarını yerine getirmek için en az 3 gün ayırmanız gerekiyor. Biz seyahatimize 3,5 gün ayırdık ve bu süre gayet yeterli geldi. Ancak dediğim gibi bu 3 gün temel şeyler için gerekli olan süre. Bütün müzeleri gezmek istiyorsanız ya da Berlin’in merkezi dışında kalan bölgeleri de gezinize dahil edecekseniz o zaman bu süreyi uzatmanız gerekir. Ama genel olarak Berlin merkez için 3-4 gün yeterlidir.

Berlin’de konaklama??

Mitte; Berlin’in kalbi burası diyebiliriz. Müzeler adası da dahil olmak üzere seyahatiniz boyunca göreceğiniz bir çok turistik alan burada bulunuyor. Ulaşımı oldukça kolay. Hatta bu bölgede konaklarsanız çoğu zaman toplu taşımaya bile ihtiyacınız olmaz, yürüyerek her yeri gezebilirsiniz. Etrafta birbirinden güzel cafe, restoran ve barlar bulunuyor. Konaklamak için en iyi seçeneklerden biri kesinlikle burası ancak diğer bölgelere göre biraz pahalı ve turistik sezonda da haliyle kalabalık olabiliyor.
Kreuzberg; Türk nüfusunun en yoğun olduğu ayrıca hareketli gece hayatı ile meşhur bir bölge. Yerlileri tarafından ‘Xberg’, Türkler tarafından ise ‘Küçük İstanbul’ diye adlandırılıyor. Turistik noktalara yakınlığı, ulaşım kolaylığı ve hareketli gece hayatı nedeniyle konaklama için turistler tarafından sıklıkla tercih ediliyor.
Friedrichshain ve Prenzlauer Berg; daha düşük bütçeli konaklama seçenekleri sunan bölgeler. Ekonomik otellerin yanı sıra bolca hostel, konukevi ve kiralık daire seçenekleri mevcut. Kreuzberg kadar olmasa da gece hayatı buralarda da hareketli. Merkeze oldukça yakın ve metro bağlantısı bulunan bölgeler.
Charlottenburg-Wilmersdrof; şehrin batısında yer alan ve eskiden Batı Berlin olarak bilinen bu bölge diğerlerine nazaran daha lüks bir konaklama seçeneği sunuyor. Birbirinden ünlü mağazalar, cafeler ve oteller bulunduran Kurfürstendamm Bulvarı (Ku’damm) bu bölgede bulunuyor. Eğer maddi açıdan bir sıkıntınız yoksa Berlin’in lüks tarafını yaşayabilmek için bu bölge tercih edilebilir.
Bu saydığım bölgeler merkeze yakın ve ulaşımın kolay olduğu yerler. Eğer mümkünse Mitte bölgesinde Alexanderplatz çevresinde konaklamak, her şeyin merkezinde olmak, zaten sınırlı vakit ayırdığınız seyahatinizde kolaylık sağlayacaktır. Biz Mercure Hotel&Residenz Checkpoint Charlie de konakladık. Bizim kaldığımız residenz kısmında kendimize ait mutfağımız ve küçük bir balkonumuz vardı. Otelin odası, kahvaltısı, konumu ve tüm bunlar karşısındaki fiyatı oldukça iyiydi. Çok memnun kaldık, sizlere de öneriyoruz.

BERLİN’DE GEZİLECEK YERLER???

1.Gün
Pandemiden sonra ilk kez seyahate çıkmanın verdiği gazla, çantalarımızı otele bıraktığımız gibi kendimizi Berlin sokaklarına attık. İlk günkü amacımız Postdamer Platz, Brandenburg Tor gibi otelimizin yakınındaki simge noktaları yürüyerek gezmek. Bugün gezeceğimiz bir çok yapı ‘Mitte’ bölgesi içerisinde yer alıyor. Az önce de bahsettiğim gibi Mitte bölgesi Berlin’in turistik merkezi. Burası Avrupa’nın diğer şehirlerindeki şu meşhur ‘Old Town’ bölgelerinden biraz daha farklı. Öyle kendinizi orta çağda falan hissetmiyorsunuz. Bunun sebebi Almanların tarihlerini koruyamamaları değil. 2. Dünya Savaşı’nda şehrin büyük hasar görmesi ve sonrasında her şeyin yeniden inşa edilmiş olması. Dolayısıyla Berlin diğer Avrupa şehirlerine göre daha modern bir havada. Ama Berlin’in kendine has çok farklı bir dokusu, değişik bir havası olduğunu zaten en başta söylemiştik.
Postdamer Platz (Potsdam Meydanı)
Otelden çıkıp Leipziger Straße üzerinde yürüyerek ilk durağımız olan Postdamer Platz’a geliyoruz (Bu arada Platz Almancada meydan demek). Postdam Meydanı için Berlin’in ortasında Berlin gibi olmayan tek yer diyebiliriz aslında. Berlin’in her yerine sinmiş olan o cool bohem havadan eser yok, her büyük şehirdeki kocaman, afili gökdelenlerin bulunduğu bir iş merkezi havasında. Burası Soğuk Savaş zamanında uzunca bir süre boş kalmış. Sonrasında ise tam anlamıyla bir dönüşüm yaşamış. Gördüğüm kadarıyla Berlin’in yapılanması en yeni meydanı diyebilirim. Bunun yanında 1924 yapımı beşgen formdaki Avrupa’nın ilk trafik ışığı uygulaması olan ‘Traffic Tower’ da bu meydanda bulunuyor.
Metro ile ulaşım; Postdamer Platz İstasyonu.


Postdam Meydanı’nın tam ortasında tüm haşmetiyle göğe doğru Sony Center uzanıyor. Burası 2000 yılında yapılmış, bünyesinde birçok mağaza, restoran, ofis, film ve sanat müzeleri, sinema salonu, IMEX, Legoland ve Sony mağazası bulunduran bir kompleks. Ayrıca gece ışıklandırması da bir harika. Berlin’de en sevdiğim yerlerden birisi oldu Sony Center.



Postdamer Platz’daki önemli duraklardan biri de Mall of Berlin. Türkiye’de AVM krallığında yaşadığımız için yurtdışındaki AVM’ler çok da ilgimizi çekmiyor açıkçası ama burada değişik markalar mevcut. Bence bir şans verebilirsiniz.

Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı (Holocaust Memorial)
Postdamer Platz’dan sonra Brandenburg Kapısı’na doğru Ebertstraße caddesinden yürüyoruz. Bu caddenin sol tarafındaki ormanlık alan Tiergarten ki kendisini ilerleyen kısımlarda daha detaylı gezip anlatacağız. Brandenburg Kapısına gelmeden hemen sağ taraftaki anıt ise Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı ama daha çok Holokost Anıtı olarak biliniyor. İçinde bulunduğunuzda çok büyük değilmiş gibi bir his yaratıyor ancak Berlin’in göbeğinde 19.000 metrekarelik bir alana yayılmış 2711 adet beton bloktan oluşan, oldukça büyük ve etkileyici bir anıt. 2. Dünya Savaşı’nda Yahudilere karşı uygulanan soykırımı ve o dönemde çektikleri eziyetleri saygıyla anmak adına, soykırımın 60. yılında ziyarete açılmış. Anıtın tasarımcısı, esas amacının oldukça rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir ortam yaratmak olduğunu söylemiş ki bence bunu başarmış da. Zira beton bloklar arasında gezerken oldukça kasvetli bir hava çöküyor üzerinize. Blokların üzerinde Yahudi medeni kanunu Talmud’dan bölümler yer alıyor. Anıtın altında, yeraltı katında ise soykırımla ilgili fotoğraf ve çeşitli belgelerin bulunduğu ücretsiz girip gezebileceğiniz bir müze var.
Metro ile ulaşım; Postdamer Platz ya da Unter den Linden İstasyonu.


Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor)
Istanbul için Ayasofya, Paris için Eyfel ne ise Berlin için de Brandenburg Kapısı o. Şehrin en önemli simgesi. Yapımına 1788 yılında Alman İmparatorluğu döneminde başlanmış. Kraliyet ailesinin geçişini sağlamak amacıyla 1791 yılında kullanıma açılmış. Şans eseri Kapı 2. Dünya Savaşında hasar alsa da yıkılmamış. Soğuk Savaş döneminde ise Reichstag Batı Berlin’de, Brandenburg Kapısı ise Doğu Berlin’de bulunuyormuş. Bu durum özellikle Berlin Duvarı’nın yıkımında Brandenburg Kapısı önünde oldukça ikonik fotoğraflar ortaya çıkmasına neden olmuş. Yani başka bir deyişle bu kapı bölünmüşlüğün ve duvarın yıkımıyla beraber gelen özgürlüğün sembolü haline gelmiş.
Neoklasik tarzda yapılan kapının 12 sütunu, 6 giriş ve 6 çıkış kapısı bulunmaktadır. Üzerinde ise Fransa ile bir türlü paylaşılamayan ‘Quadriga’ heykeli bulunmaktadır.
Metro ile ulaşım; Postdamer Platz ya da Unter den Linden.



Brandenburg Kapısı’nın hemen çaprazında Alman Parlamentosu Reichstag bulunuyor. Buranın girişi güvenlik önlemleri nedeniyle öncesinden online olarak yaptırdığınız rezervasyonla oluyor. Bizim rezervasyonumuz da 2 gün sonrasına olduğu için burayı şimdilik dışardan bir görüp yolumuza devam ediyoruz. Bir sonraki durağımız Alexanderplatz.
Alexanderplatz
Brandenburg Kapısına sırtınızı verdiğinizde Berlin Katedraline kadar uzanan önünüzdeki bulvarın adı; Unter den Lindenyani ‘ıhlamur ağaçlarının altı’. Bulvar, sahip olduğu bu romantik ismi caddenin iki yanında bulunan ıhlamur ağaçlarından alıyor. 1647 yılında I. Frederick William burayı ıhlamur ağaçları ile donatmış. Tabii zaman içerisinde bulvar büyüdükçe büyümüş. Bu esnada Berlin S-Bahn metrosunun yapımı için ağaçların büyük kısmı kesilmiş. Kalan ağaçlar da 2. Dünya Savaşı sırasında ya tahrip edilmiş ya da yakılmak için kesilmiş. Günümüze kadar gelen ağaçlar ise savaştan sonra 1950’li yıllarda tekrar dikilen ağaçlar. Dediğim gibi bu bulvar Brandenburg Kapısı ile Berlin Katedrali arasında uzanan yaklaşık 1.5 km ilk bir yol. Üzerinde önemli yapılar bulunan yürümesi oldukça eğlenceli bir bulvar burası. Yürüyüş rotanıza dahil etmenizi öneririm.
Metro ile ulaşım; tabii ki Alexanderplatz istasyonu

Bizim asıl hedefimiz ise Berlin’in kalbi diyebileceğimiz Alexanderplatz. Yerliler kısaca ‘Alex’ diyorlar. Berlin’de turist olsun yerli olsun herkesin yolunun düştüğü yer burası. Metroda bir çok yere aktarmanın yapılabileceği merkez istasyonlardan biri aynı zamanda. Zaten her yerden biri fırlıyor, sürekli bir hareket bir atraksiyon bir sirkülasyon var ki sanırsınız Berlin’de her yer istilaya uğramış, insanların güvende olabilecekleri bir burası kalmış. Meydanda bir çok mağaza, cafe, restoran ve market bulunuyor. Merkezi bir konum olması nedeniyle konaklama için de çok iyi seçeneklerden birisi.


1989 yılında Doğu Almanya rejimine karşı, Almanya’da yapılmış en büyük protesto bu meydanda gerçekleştirilmiş. Soğuk Savaş döneminden sonra meydanın kendisi ve etrafındaki binalar yenilenmiş. Meydan Berlin Katedrali ve Spree Nehrine çok yakın bulunuyor. Meydanın ortasında bulunan Weltzeiltuhr (Dünya Saati anlamına geliyor) dünyanın çeşitli şehirlerindeki saatleri gösteriyor.

Berlin’in bir diğer sembol yapısı TV Kulesi (Berliner Fernsehturm) Alexanderplatz’da bulunuyor. Zaten bu kule Berlin’in sembolü olması amacıyla 1965-1969 yılları arasında Doğu Almanya yönetimi tarafından yaptırılmış. 368 metre yüksekliği ile Almanya’nın en uzun, Avrupa’nın ise 2. Uzun yapısı. Zaten Berlin’de dolaşırken, nerede olursanız olun illa ki bir yerlerden gözünüze görünüyor. Bu simge yapıya çıkmak mümkün. Berliner Fernsehturm’da bir gözlem terası bir de restoran bulunuyor. Gözlem terasına çıkmak için kişi başı bilet ücreti 24.5 euro, restoranda cam kenarına oturmak 27.5 euro. Yalnız buranın önünde inanılmaz bir kalabalık olabiliyor. Bu nedenle önceden rezervasyon yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Daha detaylı inceleme ve rezervasyon için buraya tıklayabilirsiniz.

Gezdik, tozduk, fazlasıyla da yorulduk. Artık iyi bir yemeği hakettik.
Yurtdışı seyahatlerimizde fastfood ile geçiştirdiğimiz günler çok olmuştur. Ama illa ki 1 ya da 2 gece güzel bir yerde yemek yemeye çalışırız. Berlin’in ilk günü için seçtiğimiz restoran ise Ristorante A Mano. Burası italyanların işlettiği gördüğünüz göreceğiniz en güzel, en lezzetli italyan restoranı olabilir. Restoranın duvarlarını benim en hassas noktam olan ‘Baba’ filminin fotoğrafları süslüyor. Muhteşem yemekleri yerken bir taraftan da kucağında kedisiyle Don Vito Corleone’yi izlemek benim için inanılmaz bir zevkti açıkçası. Ortam harika, yemekler muhteşem, ilgi alaka on numara, fiyatları ise ortalama. Vaktiniz varsa kesinlikle burada bir yemek yiyin derim.


1. Gün gezi rotamızı harita üzerinde paylaşıyorum. Bu rota Berlin’e ayak basmış her turistin görmesi gereken ana yapıları içeren güzel ve zevkli bir yürüyüş rotası. Ancak yürümek istemezseniz bu rota içerisinde hemen her yere kolaylıkla metro ile de ulaşabilirsiniz.
(1. Gün yürüyüş rotası; Postdamer Platz > Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı> Brandenburg Kapısı > Reichstag> Unter den Linden> Berlin Katedrali> Alexanderplatz)

2. Gün
Checkpoint Charlie
2. güne otelimize yakınlığı nedeniyle Checkpoint Charie’den başlıyoruz. Checkpoint Charlie, Soğuk Savaş zamanında Berlin Duvarı henüz yıkılmamışken Doğu Berlin ile Batı Berlin arasındaki üç geçiş noktasından biriymiş. Yani zamanında ABD ve Sovyet askerleri bu kapının iki yanında nöbet tutmuşlar. Hatta bazı dönemlerde ciddi gerginlikler yaşanmış, karşı karşıya gelmişler. 3. Dünya Savaşı’nın eşiğinden dönülmüş. Anlayacağınız şu an önünde durup da türlü türlü soytarılıklar yaparak poz verdiğimiz minik kulübede aslında tarihi olaylar yaşanmış. Günümüzde kulübede turistik amaçlı iki amerikan askeri duruyor. Bunlarla fotoğraf çekinmek için uzun ince bir sıra bekleyip askerlere de bahşiş vermek gerekiyor. Etrafta ise karşılıklı olarak asılmış tarihi fotoğraflar ve Berlin Duvarından kalıntılar var.
Metro ile ulaşım; Kochstraße/ Checkpoint Charlie İstasyonu (U6).



East Side Gallery
Checkpoint Charlie’den Spree Nehri’nin karşı kıyısındaki East Side Gallery’e geçiyoruz. Dün bayağı bir yürüyüp yorulduğumuzdan bugün metroyu sıkça kullanacak gibi duruyoruz. Berlin WelcomeCardlarımızın karşılığını alma vaktidir bugün. Sırada ise East Side Gallery var. Ancak buraya gelmeden önce çok kısa Berlin Duvar’ından bahsetmek gerekiyor.
Berlin Duvarı diğer adıyla Utanç Duvarı, 2. Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya’nın tarihte yaşadığı en kaotik dönemlerden biridir. Savaşı kaybeden Nazi Almanyası ve Berlin; Sovyetler, İngiltere, ABD ve Fransa arasında bölüşülür. Berlin Sovyet toprakları ile sarılmış küçücük bir alan olarak kalır. Tabii Sovyetler kendi toprakları ortasında bulunan bu kapitalist düzenden oldukça rahatsız olmaya başlar. Bunun üzerine bir de Batı Almanya’daki iş imkanları Doğu Almanya’ya göre çok daha iyi olduğundan, sınırların açık olduğu dönemde Doğu’dan Batı’ya ciddi bir beyin göçü yaşanınca bu duruma engel olmak isteyen Sovyetler 1961 yılında şehri koskocaman bir duvar örerek ikiye böler. Bunun yanında dikenli teller, mayınlar ve askeri güç kullanarak kaçışı engellemeye çalışır. Bu süreçte şehirde çok baskıcı ve sıkıntılı bir süreç yaşanır. Sayı net olarak bilinmese de 250’ye yakın kişinin Duvar’ı aşmak isterken can verdiği düşünülüyor. Nihayet 1989 yılında artık Soğuk Savaş dinmeye başlar ve Gorbaçov Doğu Berlinlilerin dolaşım özgürlüğünü geri verir. Bunun üzerine 13 Haziran 1990 yılında duvarın yıkımına başlanır. Günümüzde Berlin Duvarı’nın geçtiği yerler fiziki olarak fark edilmiyor. Utancın sembolü olan bu duvarın yerinde bugün koca koca binalar, parklar ve bahçeler bulunuyor. Ancak Duvar’ın belirli bir kısmı anıtsal amaçlı korunup sergileniyor.
İşte East Side Gallery, zamanında şehri ayıran 40 km ilk Berlin Duvarından arda kalan 1.3 km lik kısmın sergilendiği yerdir. Zamanında yaşanan baskılara inat farklı ülkelerden bir çok sanatçı özgürlüğü haykırırcasına Duvar’ı birbirinden güzel, eleştirel hatta isyankar resimlerle donatmış. Sonuçta ortaya Dünya’nın en büyük açık hava galerisi çıkmış.
Metro ile ulaşım; Warschauer Straße metro durağı (U1)





Berlin Katedrali (Berliner Dom)
Müzeler Adası’nın en görkemli sakini Berlin Katedrali’deyiz. Berlin’deki Protestan kiliselerinin başı olan bu katedral ilk olarak 1700’lerin ortalarında Barok tarzda inşaa edilmiş. Ancak zaman içerisinde çeşitli sebeplerden defalarca yıkılmış, yeniden yapılmış, tarzında değişikliklere gidilmiş. Bir ara neoklasik tarzda yenilenmiş. Sonra canları sıkılmış neobarok yapmışlar. En son 2. Dünya Savaşı’nda ciddi hasar görmüş ve günümüzdeki halini mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak 1981 yılında almış. Bugün Berlin’in en çok turist çeken yapılarından biri. Katedral’in içi de dışı kadar ihtişamlı. Özellikle de kubbesi çok güzel. Katedralin içerisinde Prusya krallarına ait lahitler yer alıyor. Eğer isterseniz 270 basamakçık tırmanarak kubbeden Berlin manzarasını da izleyebilirsiz. Biz Vatikan’da daracık merdivenlerden nefes nefese tırmanarak klostrofobinin dibini yaşadığımızdan bu olayı o noktada zirvede bırakıp artık hiç bir kubbeye merdiven yolu ile çıkmamaya and içmiş bir aile olarak tercih etmedik. Katedralin girişi 9 euro, Berlin WelcomeCard indirimi ile 6.5 euro.
Metro ile ulaşım; Museumsinsel (U5) metro durağı.


Müzeler Adası (Museumsinsel)
Müze gezmeyi seviyorsanız size güzel bir haberim var; Berlin tam bir müze cenneti. Bu şehirde 200’e yakın müze var. Ancak en önemlileri Müzeler Adası’nda yer alıyor.
Müzeler adası, Spree Nehri üzerinde bulunan yaklaşık 1 kilometrekarelik alana sahip müzeler kompleksidir. Bu adada Berlin Katedrali ve dünyaca ünlü birbirinden güzel 5 adet müze bulunuyor. Müzeler adası 1999 yılından beri UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer alıyor. Zaman kısıtlılığı nedeniyle müzelerden bir iki tanesini seçip gezmek gerekiyor. En çok önerilenler Pergamon Museum, Neues Museum ve Alte Nationalgalerie.
Metro ile ulaşım; Museumsinsel (U5) metro durağı.

Müzeler Adası’ndaki müzeler;
- Pergamon Müzesi; (Türkçe ismi ile Bergama Müzesi) Avrupa’nın en çok ziyaret edilen müzelerinden biridir. Buradaki bir çok eser Türkiye’den getirilmiş. Bu eserler parayla satıldı diyenler var. Yok satılmadı çalındı diyenler var. Bir kısım da hediye edildi diyor. Nasıl gelmiş bu kadar şey bilmiyorum ama burnumuzun dibinden taa Berlin’e getirilip dünyaca ünlü bir müze haline gelmesi acı bir şey. Sonuçta kendi eserlerimizi biz yerinde çok daha güzel sergileyebilirdik. Neyse bizi aşan konular bunlar. Pergamon Müzesi Klasik Antik Çağ Koleksiyonu, Antik Yakın Doğu Müzesi ve İslam Sanatı Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Müzenin bazı kısımları 2026 yılına kadar tadilatta. Oldukça meşhur olan Zeus Sunağı tadilatlı bölümde yer alıyor maalesef. İştar Kapısı, Milet’in Pazar Kapısı ve İslam Sanatları kısmı gerçekten de harika. Ücretsiz türkçe audoguide seçeceği de mevcut. Eğer Berlin de çok vaktiniz yoksa ve sadece bir müze gezecekseniz bence kesinlikle Pergamon’u tercih etmelisiniz. Giriş ücreti; 12 euro.


2. Altes Museum (Eski Müze); Prusya Kraliyet Ailesi’ne ait sanat eserlerinin sergilenmesi için 1830 yılında Karl Friedrich Schinkel tarafından tasarlanmış. Giriş ücreti; 10 euro.
3. Neues Museum (Yeni Müze); Antik Mısır medeniyetleri koleksiyonu ile ünlü. Özellikle Kraliçe Nefertiti’nin büstü çok meşhur. Giriş ücreti; 12 euro.
4. Alte Nationalgalerie (Eski Ulusal Galeri); 19. Yüzyıl Almanyasına ait eserler bulunuyor. Giriş ücreti; 12 euro.
5. Bode Museum; 1904 yılında açılan müzede geç dönem antik ve Bizans sanat eserleri sergilenmektedir. Giriş ücreti; 10 euro.
Seyahatiniz müze ağırlıklı olacaksa tek tek her müzeye bile almak yerine değerlendirebileceğiniz bir iki alternatiften bahsedeyim. Birincisi daha önce de bahsettiğim gibi “Berlin WelcomeCard’ın” 72 saatlik olanını alıp karta müzeler adasındaki bütün müzelere ücretsiz giriş sağlayabileceğiniz müzeler adası seçeneğini de dahil edebilirsiniz. Bunun fiyatı 54 euro. İkincisi ise “3 Days Museum Pass” seçeceği. Adından da anlaşılacağı gibi 3 gün boyunca müzelere istediğiniz zaman ücretsiz giriş sağlayan bir kart. Bunun fiyatı ise 29 euro. Bunların dışında internette farklı sitelerde farklı kombinasyonlar halinde de biletler mevcut. Buraya tıklayarak biletler hakkında daha geniş bilgiye erişebilirsiniz. Bir de son olarak müze gezilerinizi pazartesi gününe denk getirmemeye özellikle özen gösterin. Çünkü pazartesi günleri bir çok müze için tatil günü.
Geldik 2. Günün de sonuna. Artık bizim için beslenme vakti. Bugün bira şnitzel gibi daha Alman usulü lezzetleri tadabileceğimiz bir restoran tercih ettik; Schnitzelei. Ortam olsun lezzetler olsun Almanya’da olduğunuzu hissettiriyor gerçekten. Porsiyonlar çok büyük, çok çeşitli biralar var. Lezzetler de gayet güzeldi.


(2. gün rotası; Checkpoint Charlie>Eastside Gallery>Berlin Katedrali>Müzeler Adası)
3.gün
Gendarmenmarkt
Otelimize yakınlığı nedeniyle sabahın köründe ilk durağımız Gendarmenmarkt oldu. Kabaca tarif edecek olursam meydanın her iki tarafında birbirinin aynı iki katedral ( biri Alman diğeri Fransız Katedrali, Deutscher Dom ve Französischer Dom), ortada Berlin Konser Binası (Konzerthaus Berlin) ve önünde de mimar Fredrich Schiller’in heykeli bulunuyor. Kış aylarında bu meydanda Noel pazarı kurulurken, yaz aylarında ise açık hava konserler veriliyormuş. Berlin’in en sanat dolu meydanı diyebiliriz Gendarmenmarkt için.
Metro ile ulaşım; Stadtmitte (U2, U6), Hausvogteiplatz (U6)


Reichstag (Parlamento Binası, Deutscher Bundestag)
Bir şehrin Parlamento Binasının bu kadar turistik olması alışık olduğumuz bir durum değil açıkçası. Şimdiye kadar gezdiğimiz yerler arasında sadece Budapeşte’nin Tuna Nehri kenarındaki muhteşem mimariye sahip Parlamentosu turistik açıdan görülmeyi hak ediyordu. Diğerleri çok akılda kalıcı özelliklere sahip değildi. Ancak Brandenburg Kapısı’nın karşı komşusu olan Reichstag farklılık arz ediyor. 1894 yılında yapımı tamamlanan Reichstag, 1933 yılına kadar ülke yönetimine ev sahipliği yapmış. 1933 yılında binada yangın çıkmış, 2. Dünya Savaşı’nda ise neredeyse harabeye dönmüş. 1960’lı yıllarda elden geçirilen bina o dönemde sadece özel etkinlikler amacı ile kullanılmaya başlanmış. 1991 yılında binanın yeniden Parlamento olarak kullanılmasına karar verilince 1995-1999 yılları arasında yeniden tasarlanarak inşa edilmiş.
Aslında durup karşıdan baktığınızda Avrupa’da ve hatta Almanya’da bunun eşdeğeri bir çok bina olduğunu görebilirsiniz. Ancak burayı diğerlerinden ayıran, değerli kılan şey 1999 yılında tepesine eklenen cam kubbe. Bu kubbe binanın tarihi yapısına zarar vermeden oldukça modern bir hava katmış. Baktığınızda “bu kubbe burada ne alaka şimdi?” diyeceğiniz bir durum yok yani, her şey birbiri ile oldukça uyumlu.

Reichstag’a elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz. 1-2 hafta öncesinden buraya tıklayarak web sitesi üzerinden online olarak rezervasyonunuzu yaptırmalısınız. Randevu çıktınız ve pasaportunuzla birlikte en dıştaki güvenlikte tam randevu saatinde hazır bulunmalısınız. Yaklaşık 2-3 güvenlik geçerek bir görevli eşliğinde cam kubbenin olduğu yere çıkıyorsunuz. Girişte Türkçe audoguide mevcut. Kubbe içerisindeki spiral şeklindeki rampadan ilerledikçe bir yandan da etraftaki yapıların tarihini dinliyorsunuz. Cam kubbe başlı başına bir olay. Burada 360 derece Belin manzarası mevcut. Aşağıya dikkatli bakacak olursanız genel kurul salonunu görebiliyorsunuz. Kubbenin cam olması Alman Demokrasisinin şeffaflığını, aşağıda meclis toplantısı varken sizin onları görerek tepelerinde dolaşabilmeniz ise halkın hükümetin üzerinde olduğunu temsil ediyormuş. Vay bee, millet neler düşünmüş arkadaş. Demokrasi şeffaflığıymış da halk hükümetten üstünmüş de…. Kubbenin tek özelliği bu değil tabi ki. Kubbenin üzerindeki güneş panelleri gün içerisinde güneşin konumuna göre açı değiştiriyor. Böylece binaya enerji sağlıyor. Ayrıca kubbenin özel tasarımı sayesinde içerisinde biriken yağmur suları arıtılıp kullanılabiliyormuş. Kısacası gezdikçe hayran olmakla sinir olmak arasında git geller yaşadığınız Reichstag’ı görmemek gibi bir lüksünüz yok. Reichstagsız Berlin çikolata sossuz pancake gibidir, lezzet alamazsınız :p
Metro ile ulaşım; Bundestag metro istasyonu (U bahn).


Tiergarten
Avrupa’nın hemen her şehrinde bulunan, insanların sere serpe çimlerine uzanıp kitap okuduğu, piknik yaptığı, güneşlendiği, spor yaptığı, kısacası şehrin koşturmacasından kaçıp doğayla iç içe olabildiği parklar benim gezerken en zevk aldığım yerler oluyor genelde. Avrupa bizi kıskanıyor mu bilmiyorum ama ben onların şu park bahçe olaylarını çok kıskanıyorum. Berlin’in ortasında bulunan kocaman parkın adı ise Tiergarten. Mitte bölgesinde yer alan park çok eskiden avlanma sahası olarak kullanılıyormuş. 2. Dünya Savaşı sırasında ise parktaki ağaçların hemen hepsi yakılmak için kesilmiş. Ancak savaş sonrasında tüm ağaçlar yeniden ekilmiş. Tiergarten’de ünlü Zafer Sütunu (Siegessaule), Bismarc Anıtı ve bir çok Prusyalı generalin heykeli bulunuyor. 1500 türden oluşan 14 bin hayvana ev sahipliği yapan Avrupa’nın en büyük hayvanat bahçesi Zoologischer Garten de Tiergarten’de bulunuyor. Seyahatimizde programımıza sığdıramadığımız tek şek hayvanat bahçesi oldu. Berlin ile ilgili aklımızın bir köşesinde kanayan bir yara olarak kaldı maalesef. Hayvanat Bahçesinin giriş ücreti 17.30 euro, Aquarium ile kombine bileti ise 23.50 euro.
Metro ile ulaşım; Tiergarten (U bahn), Hansaplatz (U bahn), Bellevue (S bahn). Hayvanat bahçesi için Berlin Zoologischer Garten (S bahn).




Kurfürstendamm (Ku-damm)
Bugün bizim için bol yürüyüşlü bir gün. Tiergarten’i boydan boya yürüyerek Berlin’de en beğendiğim yerlerden biri olan Kurfürstendamm yani Ku-damm’a geliyoruz. Burası gezmesi inanılmaz eğlenceli yaklaşık 3.5 km ilk bir alışveriş caddesi. Birbirinden güzel mağazalar, cafeler, butikler sıra sıra dizilmişler. Türkiye’de olmayan çok güzel markalar var. Noele yakın tarihte gittiğimizden her yer ışıl ışıldı. Yine bu cadde üzerinde kocaman bir Apple mağazası var. Berlin’den telefon alacaksanız bu cadde üzerindeki Apple’ı öneririm. Diğer Apple mağazası küçük olduğundan telefonlar çok çabuk tükeniyor.
Metro ile ulaşım; Kurfürstendamm (U bahn), Adenauerplatz (U bahn)

Ku-damm üzerindeki en popüler nokta Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesidir. 1895’te halka açılan kilise 2. Dünya Savaşı’nda büyük hasar görmüş. Savaştan sonra kilise bir yapım aşamasından geçmiş ancak bu kilisenin savaşı hatırlatan bir anıt olarak kalmasına karar verilmiş, ana kuleye bu nedenle dokunulmamış. Hemen yanına ise modern mimaride yeni bir kilise inşa edilmiş.

Bir de KaDeWe’den bahsetmek istiyorum. Burası Kurfürstendamm’a çok yakın ve gidip gezmenizi şiddetle tavsiye ettiğim bir yer. KaDeWe yani uzun adı ile Kaufhaus des Westens, gördüğünüz göreceğiniz en şık, en ciks, en güzel avm olabilir. Bana Londra’daki Harrods’u hatırlattı. Hele bir yemek katı var ki akıllara zarar.

Berlin ayaküstü atıştırmalık şeyler açısından oldukça zengin bir şehir. Bir kere her yerde ama her yerde dönerci var. Berlin’e gitmeden okuduğum bir çok yazıda özellikle Mustafa Demir’s Gemüse Kebap’ın mutlaka denenmesi gerektiği yazıyordu. Türkiye’den Almanya’ya gidip döner yeme fikrini çok saçma bulduğumdan Gemüse Kebap’a karşı bayağı bir önyargılıydım açıkçası. Son Gün havaalanına gitmeden hazır Mustafa Demir’s Gemüse Kebap’ın da önünden geçiyorken bir deneyelim dedik. Dükkanın içinde bir yığın insan önünde ise kocaman bir kuyruk vardı. Dışardaki masalar tamamen doluydu, herkes dönerini bir kenarda yumulmuş yiyordu. Manzara bu olunca merakımız da iyice arttı tabii. Yalnız gerçekten de söylendiği kadar varmış. Hiç bu kadar lezzetli bir döner yememiştim. Gemüse Almancada sebze demek. Ekmek arası dönerin içine çeşitli sebzeler koyuyorlar, üzerine de sos döküyorlar. Sebze çeşidi ve sayısı size kalmış. Bence de kesinlikle denemeniz gereken bir lezzet.

Bir de şehrin her yerinde Currywurst satan büfeler var. Currywurst köri soslu domuz etinden yapılmış sosis demek. Bu konuda özellikle Curry 36 çok meşhur. Domuz eti ile sorununuz yoksa 3-5 euroya ayaküstü karın doyurulabilecek bir yer.


(3. gün rotası; Gendarmenmarkt> Reicstag> Tiergarten> Kurfürstendamm)
4. Gün
Nehir Turu
Her güzel şeyin bir sonu var elbet, Berlin gezimiz de buna dahil. Bugün dönüş günü, akşamüstü uçağımız var. Tax Free işlemleri nedeniyle havaalanına erken saatte gideceğiz. Aslında bugünkü amacımız Hayvanat Bahçesiydi ancak maalesef zaman yetmez diye düşünerek gitmedik. Böylece Berlin’deki son aktivasyonumuz Spree Nehir Turu oldu. Günlerdir sokak sokak gezdiğimiz Berlin’i bir de nehirden görelim dedik. Reederei Hadynski diye bir firmadan 1 saatlik nehir turu aldık. Fiyatı 14 euro. Tekne içerisinde ücretli içecek servisi ve rehberlik hizmeti vardı. Fena değildi, zaman varsa tercih edilebilir.

Berlin hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Pandemi denen illet hayatımızdan 2 senemizi çaldı götürdü. Dolayısıyla boşa geçen vakti doldurmak için çok gezmemiz gerekiyor. Bir başka seyahatte bir başka şehirde görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın…

Bu rehber sayesinde Berlin’i adım adım, harika bir şekilde gezdik. Özellikle belirtilen rotalar doğrultusunda gezerseniz Berlin’in tüm turistik noktalarını üç gün içinde büyük oranda görme şansınız oluyor…Schnitzelei ve Ristorante A Mano hem ambiyans hem de lezzetleri açısından gidilmesi gereken mekanlar. Teşekkürler seyahatdelisi… Yeni rotaları dört gözle bekliyoruz.
BeğenBeğen
Çok teşekkür ederim 🥰
BeğenBeğen