Asya, Genel, Japonya

TOKYO 2.5 günde nasıl gezilir??

Seul ile start verdiğimiz Uzak Doğu turumuzun artık son aşamasındayız. Anlatmalara doyamadığım Japonya’nın başkenti Tokyo’ya varmış bulunmaktayız. Sessizliğin sakinliğin ve maneviyatın dibine vurduğumuz Kyoto’dan madalyonun diğer yüzünü keşfetmeye, Tokyo’ya geçiyoruz. Artık öyle sessiz sokaklar, geleneksel yaşantılar, etrafta dolaşan budist rahipler, geyşalar, adım başı tapınaklar falan yok. Dünya’nın en büyük metropolündeyiz. Neon ışıklar altında hareketi, heyecanı, aksiyonu keşfetmeye geliyoruz.

Başkent Tokyo sadece Japonya’nın ve doğunun değil, Dünya’nın en büyük metropolü. Sadece merkezinin nüfusu 12 milyon. Çevresi ile birlikte total nüfus 35 milyonu buluyor. Kyoto’dan sonra o kalabalığı iliklerinize kadar hissediyorsunuz zaten. Karınca yuvalarının etrafında aşırı bir karınca trafiği olur ya onun gibi işte. Her yerden bir Japon kardeşimiz fırlıyor adeta. İstanbul’a falan kalabalık diyoruz da siz bir de Tokyo’yu görün. Ama fark şu ki İstanbul’da var olan kargaşa burada yok. Her şey tıkır tıkır işliyor. Kalabalık hiçbir şeye engel teşkil etmiyor.

Tokyo’nun bu kadar ışıl ışıl, hareketli, muhteşem mekanlara ve markalara ev sahipliği yapması tesadüf değil elbette. Dünyada New York’tan sonra en çok zengin barındıran şehir Tokyo. Birçok büyük şirketin merkezi Tokyo’da bulunuyor. Zaten şehirdeki hareketten dönen paranın büyüklüğü hissediliyor hemen.

Tokyo, Japonya’yı oluşturan adalardan biri olan Hoşnu’nun orta kesiminde, Tokyo körfezinin kıyısında kurulmuş bir şehir. Eski adı “Edo” olan şehir ilk kurulduğunda aslında minik bir balıkçı kasabasıymış. 1603 yılında Tokugawa Şogunluğunun kurulmasıyla birlikte gelişmeye başlamış. 1868 yılında İmparator Meiji, Şogun yönetimine son vererek Edo adını “Doğu Başkenti” anlamına gelen Tokyo ismi ile değiştirmiş. 1923 depremi, ardından 2. Dünya Savaşı ABD saldırıları ile büyük hasar gören Tokyo zaman içinde toparlanarak geçmişin bütün izlerini silmeyi başarmış. 

Şimdiye kadarki seyahatlerimizde ne metropoller gördük. New York, Londra, Paris, Yeni Delhi ve daha niceleri.. Ama hepsinin havası Tokyo’yu görünceye kadarmış. Şahsen benim kafamdaki metropol tanımına tamı tamına uyan tek şehir Tokyo. Bu sözümden diğer şehirlerin kötü olduğu anlaşılmasın. Ama Tokyo’daki gibi bir hareketi şimdiye kadar hiç bir yerde görmedim ben. Tokyo’ya gelmek şehir, ülke değiştirmenin ötesinde, gezegen değiştirmek gibi. Jetgiller Dünyasına adım attık sanki. Burada her şey hareketli her yer ışıl ışıl ve sanki bir bilimkurgu filmindeymişiz gibi teknolojik. Tokyo’da yabancılığı iliklerinize kadar hissedeceğinizden emin olabilirsiniz. 

Tokyo hakkında detaya girmeden önce Japonya pahalı mı?? Japonya’da şehirler arası ulaşımı nasıl sağlarız?? Japonya’da zorlanır mıyız?? Ne zaman gitmeliyiz?? Ve daha da önemlisi gitmeli miyiz?? gibi temel soruların cevabınını Japonya hakkında genel bilgiler verdiğim yazımda bulabilirsiniz. Biz burada Tokyo’dan devam edelim.

Tokyo’ya ne zaman gitmeli??

Tokyo’ya yazın ortasında gitmiş, sıcaktan ve nemden baygınlık geçirme noktasına gelmiş biri olaraktan seyahat için en uygun zamanın Mart-Nisan ve Eylül-Ekim ayları olduğunu söyleyebilirim. Tabi herkesin arzusu mart sonu nisan başı gibi açan Sakura çiçeklerinin sunduğu muhteşem görüntüler eşliğinde Japonya’yı gezmek. Turistik açıdan çok doğru bir istek ancak Sakura Zamanı hem çok kısa sürüyor hem de zaten özünde pahalı olan Japonya bu popüler dönemde çok daha pahalı hale geliyor. Japonya’da nem ve sıcaklığın daha insani bir boyutta seyrettiği aynı zamanda muhteşem doğanın bize rengarenk bir şölen sunduğu sonbahar aylarının da seyahat için en uygun dönemlerden olduğunu söylemeliyim.

Tokyo’da konaklama??

Geldik Tokyo’da maddi açıdan canınızı en fazla acıtacak olan şeye. Tokyo’da konaklama çok ama çok pahalı. Buna karşılık ise odalar çok ama çok küçük. Öyle ki valizi açmak için bile odada yeterli yer bulunmayabiliyor. Tokyo’daki otellere başımızı sokalım yeter mantığı ile bakacağız yani, Kyoto’daki gibi televizyonlu jakuziler, ayrı mutfaklar, çamaşır makineleri falan şimdilik uzak bir hayalden ibaret…

Japonlar düzen ve temizlik konusunda çok katılar. Genel hijyen kurallarına aykırılık gösterecek şekilde, kirli, pis diye tabir ettiğimiz bir otelin Japonya sınırları içerisinde faaliyet göstereceğine inanmıyorum. Ahlaklarını erdemlerini geçtim her şeyden önce sistemleri buna müsaade etmez. Yani 2-3 yıldızlı oteller bile tahmininizin ötesinde çok kaliteli çıkabilir. Bu konuda korkak davranmanıza gerek yok. Bir de Tokyo çok büyük ve toplu taşıma sistemi inanılmaz gelişmiş bir şehir. Yani seçeceğimiz otelin metroya yakın olması en önemli kriterimiz olmalı. Gerçi şehrin neresinde kalırsanız kalın ulaşımda sorun yaşayacağınızı düşünmüyorum. Ancak asıl soru şu; ulaşım esnasında harcanacak zamanı göze alabilecek misiniz?? Eğer siz de bizim gibi Tokyo’da zamanla yarışıyorsanız merkezi bir noktada konaklamanızı öneririm. Tokyo’da konaklayabileceğiniz en merkezi ve turistik bölgeler;

  1. Shinjuku; Tokyo’nun merkezi diyebiliriz. 7/24 şehrin en hareketli bölgesi. Özellikle gece hayatı arayanların ilk tercih etmesi gereken yer burası. Bizim otelimiz ünlü Godzilla başının da bulunduğu Shinjuku’nun tam göbeğinde bulunan Hotel Gracery Shinjuku idi. Evet kabul ediyorum, odamız bayağı bir küçüktü ama inanılmaz merkezi bir konumda bulunuyordu. Bütün günün yorgunluğu üzerimizdeyken metro ile uğraşmak zorunda kalmadan istediğimiz saatte dışarı çıkmak, etraftaki binlerce restorandan istediğimizi seçip yemek, çılgınlar gibi oyun salonlarına gitmek çok eğlenceliydi. Bunun dışında zaten Tokyo’ya hareketi heyecanı hissetmeye gelmedik mi?? Bunu yaşamak isteyen bir turist için Shinjuku’dan daha iyi bir yer yok. Şahsen ben bir daha Tokyo’ya gitsem bir daha Shinjuku’da kalmaya çalışırım. 
  2. Asakusa; Burası için Tokyo’nun Sultanahmet’i diyebiliriz. Şehrin tantanalı tarafını bir yana bırakıp yerel yaşantısını ve tarihini en iyi hissedebileceğiniz bölge Asakusa. Merkezdeki koca gökdelenler yerini mütevazi yapılara ve sade Japon hayatına bırakıyor. Genel olarak konaklama fiyatları da diğer bölgelere göre daha uygun. Yani hem merkezi hem uygun fiyatlı bir konaklama arıyorsanız tercih edebilirsiniz. 
  3. Ginza; şehrin en merkezi, en lüks ve en alışverişe yönelik bölgelerinden biri. Adını bile duymadığımız lüks markaların mağazalarından Japon ucuzlukçusu Don Quijote’a kadar ne ararsanız mevcut, her keseye uygun seçenek var. Seyahatte alışverişe önem verenler ve lüksü sevenler tercih edebilir. 
  4. Shibuya; Shinjuku’dan sonra konaklaması en zevkli bölge bence burası. Hem çok hareketli hem de kocaman istasyonu ile Tokyo’nun diğer bölgelerine ulaşım çok kolay. Japonya’da moda ve eğlence konusunda trend olmuş bir çok akım Shibuya’da doğmuştur. Bu nedenle etrafta bolca garip temalı cafeler, anime dükkanları gibi değişik atraksiyonlar bulunur. Bunun dışında Tokyo’da önemli mekanlardan biri olan Meiji Tapınağı ve filmlerden bildiğimiz kaotik yaya geçidi Shibuya Crossing de burada bulunuyor. Hareket sevenlerin tercih edebileceği bölgelerden birisi.

Tokyo’da havaalanı-merkez ulaşımı??

Tokyo’da Narita ve Haneda olmak üzere iki adet havalimanı bulunuyor. Uluslararası uçuşlar daha çok Narita Havalimanından, iç hat uçuşları ise Haneda Havalimanından gerçekleşiyor. 

Narita Havalimanı;

Uluslararası uçuşların gerçekleştiği, Tokyo’yu Dünya’ya bağlayan ana havalimanıdır. Türkiye’den ya da çevredeki herhangi bir ülkeden Tokyo’ya geçiş yapacaksanız Narita’yı kullanacaksınız. Merkeze 60 km uzaklıkta bulunan havalimanından ulaşım için tren ve otobüs seçeneklerini kullanabilirsiniz. Ben size daha çok JR Narita Express (N’EX)’ ten bahsedeceğim. 

Havalimanı-merkez ulaşımını sağlayan Narita Sky Access line, Keisei line ve JR line hatları mevcut. Bu seçenekler içerisinde en kolay, en hızlı ve en ekonomik olanı, ayrıca bizim Türkiye’den almış olduğumuz JR Pass larımızın da geçerli olduğu JR line seçeneği. 

JR line’ın merkeze ulaşım sağlayan 2 farklı hattı var; JR Narita Express ve JR Sobu. Bu hatların ikisi de Tokyo metrosu ile çeşitli noktalarda bağlantı kuruyor. 

JR Narita Express çoğu zaman saat başı ancak çok yoğun saatlerde yarım saatte bir kalkıyor ve non stop bir şekilde Tokyo Station’a varıyor. Ancak yine çok yoğun saatlerde Narita, Sakura, Chiba gibi bazı duraklarda durduğu da oluyor. Yolculuk süresi 60 dk. JR Pass burada geçerli ancak JR Pass yoksa tek yön Tokyo Station 3070 yen, Shinagawa, Shinjuku ve Shibuya istasyonları ise 3250 yen tutuyor. Seyahatlerinizden önce JR ofislerinden koltuk rezerve etme, bilet alma gibi işlemleri yapmayı unutmamalısınız. 

JR Sobu ise banliyö hattıdır. Daha ucuz bir seçenek sunar ancak birçok durakta durduğu için merkeze 90 dk da ancak varırsınız.

Bana sorarsanız zaten karışık olan Japon raylı sistemini daha da komplike hale getirmeden, kafa yormadan, maceraya atılmadan, JR pass varsa da yoksa da merkeze ulaşım için seçmeniz gereken yöntem JR Narita Express. Diğerleri ile uğraşmaya hiç gerek yok.

Haneda Havalimanı;

Merkeze daha yakın, çoğunlukla iç hat ama az da olsa dış hat uçuşlarına ev sahipliği yapan bir havalimanı. Japonya’da olduğumuzdan dolayı tabii ki bir yerden bir yere ulaşmanın en kolay ve konforlu yolu raylı sistem. Haneda-merkez arası raylı ulaşım sağlayan iki hat mevcut;

  1. Keikyu Line ile doğrudan Shinagawa İstasyonu’na 20-30 dk da seyahat edebilirsiniz.
  2. Tokyo Monoray ile sadece 15 dakikada Tokyo Körfezi üzerinden gayet manzaralı bir şekilde Hamamatsuchu İstasyonuna gelebilirsiniz. Ancak Shibuya, Akihabara, Shinjuku gibi popüler bölgelere geçmek için Hamamatsucho’da Yamanote Line’a aktarma yapmalısınız. Haneda-Hamamatsucho arası Tokyo monoray tek yön bileti 500 yen.

Tokyo’da şehir içi ulaşım??

Tokyo’da şehir içi ulaşım en son kafaya takmanız gereken şey. Çünkü akıllara zarar bir metro ağı söz konusu. 1927 yılında açılan Tokyo Metrosu Asya’nın ilk metro sistemi. 13 hat 285 istasyonu mevcut. Tokyo’nun etrafını ring eden hatlar mı dersiniz, şehri bir uçtan diğer uca kateden özel ‘feribot’ hatlar mı dersiniz.. Kısacası Tokyo’da metro mükemmel bir ulaşım aracı olduğundan başka şeylere ihtiyaç duymuyorsunuz. Daha önceden de bahsetmiştim Tokyo metrosundaki mevcut hatlar farklı şirketler tarafından yönetiliyor. Bunların hepsi bir renk ile belirlendiği için o kocaman istasyonlarda trenin kalkacağı peronu bulmakta fazla zorluk yaşamıyorsunuz. Yine her hattın biletini kendi otomatından almanız gerekiyor. Yani mavi hat için aldığınız bileti sarı hatta kullanamıyorsunuz. Trene bindiğinizde biletinizi kaybetmeyin çünkü metrodan çıkarken kartınızı turnikelere okutmanız gerekiyor.

Önceki yazımda bahsettiğim JR Pass’a sahipseniz bu kartı şehir içi ulaşımda da JR hatlarında kullanabiliyorsunuz (ki burayı tıklayarak yazımın JR Pass kısmını okuyabilirsiniz).

Küçücük bir sakızın bile milyonlarca alternatifi bulunan Japonya’da toplu taşımada tercih edebileceğiniz onlarca kart ve yine bunların da kendi içerisinde onlarca çeşidi bulunuyor. Öyle ki artık işin içinden çıkamayacak hale geliyorsunuz. Çok yalın bir şekilde anlatacak olursam; 

  1. Eğer ben metroyu her kullanışımda tek yön biletimi alırım diyorsanız tek yön metro biletleri 160 yen den başlayıp gittiğiniz mesafeye göre ücretlendiriliyor.
  2. Ancak ben metroyu çok kullanırım diyenlerdenseniz temel olarak 2 çeşit kart seçeneği var. İlki 24 saat (800 yen), 48 saat (1200 yen) ve 72 saat (1500 yen) geçerli olan metro kartları mevcut. Tokyo’da geçireceğiniz zamana göre birini tercih edebilirsiniz. 
  3. İkinci bir seçenek de Japonya’da farklı tren ve otobüs firmalarının kendilerinin çıkarmış oldukları IC kartlar. Bu kartları seçerken dikkatli olmak gerekiyor çünkü her kart her şehirde ve bölgede geçerli olmayabiliyor. Kimisinden depozito ücreti alınıyor kimisinden alınmıyor falan. Biraz karışık bir iş yani. Ben en iyisi web sitesini buraya bırakayım siz iyice bir inceleyin. 

Sonuç olarak, gün içerisinde metroyu kaç kez kullanacağınıza bağlı olarak tek yön bilet ya da günlük biletlerden tercih edebilirsiniz. 

Tokyo’ya kaç gün ayırmalı??

Tokyo çok yoğun bir şehir. Yapılacak çok şey, görülecek çok yer var. Sanki ne kadar zaman ayırırsanız ayırın yetmeyecekmiş gibi geliyor. Hep keşke biraz daha vaktim olsaydı hissi yaratan bir şehir Tokyo. Yine de insani bir tempoda temel aktivasyonları yerine getirebilmek için bence en az 5 güne ihtiyaç var. Biz Tokyo’ya 2.5 gün ayırdık ancak inanılmaz yorulduk ve bu tempoya rağmen bayağı bir şey de yarım kaldı. Tokyo tekrardan Japonya’ya gitme sebebim olacak muhtemelen.

Tokyo’da Gezilecek Yerler??

Koskoca Tokyo’yu 2.5 güne sığdırmak kolay değildi tabii ki. Zaten sığdıramadık da. Gitmeden önce sıcak, nem ve Tokyo metrosunda kaybedilen zamanı hesaba katmadan, evde ayaklarımızı uzatarak yaptığımız planlar pratikte tam olarak uygulanamadı. Yine de 2.5 günde, Tokyo denince akılda beliren ana noktaların bir çoğunu gezip bitirdik. Fakat yarım kalan, yetiştirilemeyen, daha fazla vakit ayrılması gereken yerler de olmadı desem yalan olur. Sözün özü Tokyo sakince hazırlanmış çok daha geniş bir seyahati hak ediyor kesinlikle. Ancak ben bu yazımda bizim gibi vakti kısıtlı olanlar için “2.5 günde hızlı bir Tokyo turu nasıl yapılır??” sorusuna cevap olmaya çalışacağım.

Tokyo, Avrupa’da ülkeyim diye geçinen bir çok yerden çok daha büyük, karışık ve kalabalık bir şehir. Dolayısı ile izlenecek en mantıklı yol Tokyo’yu bölge bölge ayırıp, her gün bir iki bölgeyi gezip bitirmek. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu planda merkezi bir noktada konaklamak size zaman kazandırır. Biz Japonya seyahatimize Kyoto ile başladığımız için fazlasıyla park bahçe ve tapınağa doymuş olarak Tokyo’ya geldik. Dolayısıyla Tokyo seyahatimize sadece bir park ve bir tapınak dahil ettik (Senso-Ji ve Shinjuku Gyoen Garden’ı gördük, diğerlerini atladık).

Tokyo bunun dışında Tema Parklar açısından da oldukça fazla seçenek sunuyor. Ancak Tema Parka gidecekseniz o gününüzü tamamen oraya ayırmak zorundasınız. Maalesef öyle bir vaktimiz bulunmadığından Tema Parkları da es geçmek zorunda kaldık.

1. Gün

Shinjuku Bölgesi: Tokyo’nun konu olduğu filmlerde gördüğünüz neon tabelalarla donatılmış sokaklar, insan seli misali caddeler, rengarenk Japon usulü oyun salonları, her köşeden fırlayan garip görünümlü ve boş bakışlı Z kuşağı mensubu gençler… İşte bu görüntülerin hepsi Shinjuku’dan. Özetle kafamızdaki klasik Tokyo tanımına karşılık gelen ne varsa Shinjuku’da mevcut. 

Shinjuku Tokyo’nun en kalabalık ve özellikle gece hayatı en meşhur olan yeri. Daha önce de gecesi gündüzü hareketli yerler görmüştük ama burası bir acayip. Shinjuku sınırlarına girdiğiniz anda bildiğiniz manadaki saat kavramını unutup zamansızlığa geçiş yapmanız gerekiyor. Zaten neon tabelalardan her yer gündüz gibi ışıl ışıl. Bir yerlere takılıp kaldığınızda da bir bakmışsınız sabah olmuş. Zaman kavramının kaybolduğu garip bir yer yani. Otelimiz Shinjuku’nun tam göbeğinde olduğu için Tokyo’da ilk olarak otelimizin çevresini keşfedelim dedik ve kendimizi bir heyecanla dışarı attık. 

Shinjuku’yu gezmeye otelimizin bizzat kendisinden başladık çünkü Tokyo’daki şu meşhur Godzilla başı bizim otelin bulunduğu Toho Building’in 8. katında bulunuyor. (Otelimiz Hotel Gracery Shinjuku idi ve Godzilla başı bizim otelin resepsiyonunda bulunuyordu) Japon film karakteri olan Godzilla, Shinjuku Belediyesi tarafından ‘turizm elçisi’ ilan edilmiş ve turist çekmesi amacıyla 52 metrelik heykeli Toho Building’e dikilmiş.(Bu arada Toho Stüdyoları şimdiye kadar tam 29 adet Godzilla filmi yapmış) Uzakta bir yerde bulunuyorsanız sadece Godzilla başı için buraya gelme saçmalığında bulunmayın sakın. Öyle çok matah bir şey değil açıkçası. Bizim otelin resepsiyonunda olmasa resmini bile çekmezdim. Ama sonuçta illa ki Shinjuku’ya geleceğinizden önünde bir fotoğraf çektirebilirsiniz. 

Shinjuku’daki diğer bir önemli nokta Tokyo’nun Red Night bölgesi diyebileceğimiz Kabukicho. Cadde boyunca dizilen erotik temalı garip giysiler giyinmiş onlarca insan mekanlarına müşteri çekmek amacı ile bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bu söylediğim yanlış anlaşılmasın, Hindistan’daki gibi size yapışarak yol boyunca taciz etme durumu söz konusu değil. İstemezseniz rahatça yolunuza devam edebilirsiniz. Eğlenceli ama çoluk çocukla gezmeye çok da müsait olmayan bir yer. Ayrıca edindiğim bilgiye göre buradaki klüpler, Japon mafyasının oldukça aktif olduğu, turist kazıklamanın ana amaç haline getirildiği yerlermiş. Yani gezmesi eğlenceli ancak içeri girip denemesi tehlikeli yerler. Efendi efendi turistik turunuzu atıp otelinize dönün, buradaki tiplere çok bulaşmayın derim. 

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi Japonların çok ilginç, daha çok çocuksu bir eğlence anlayışları var. Atari, video oyunu gibi şeylere bayılıyorlar. Filmlerde elinde çantası üstünde takım elbisesi ile atari karşısında deli gibi oyun oynayan karakterleri gördüğümde abartılı sahneler olduğunu düşünürdüm. Yani aklı başında bir insanın iş çıkışı kendini böyle oyun salonlarına atıp deli gibi oyun oynaması ve içinde bulunduğu eylemden bu kadar zevk alması hala daha da inanılmaz saçma geliyor ama Japonlar için bu durum vazgeçilemez bir boyutta. Öyle ki şehrin, daha doğrusu ülkenin her yeri ışıl ışıl oyun salonları ile dolu. Küçük lokal dükkanların yanında Taito Game gibi kompleks oyun merkezleri de mevcut. Taito Game, her katında ayrı bir oyun konseptinin bulunduğu devasa bir oyun istasyonu. Bu veya buna benzer bir konsepti dünyanın başka bir yerinde görebileceğimizi zannetmiyorum. Dolayısıyla Tokyo’dan ayrılmadan Taito Game’i bir kez olsun mutlaka denemenizi öneririm. 

Shinjuku’da bulunan Tokyo Metropolitan Government Building, 202 metre yükseklikten ücretsiz bir şekilde Tokyo manzarası izleme imkanı sunuyor. 243 metre yükseklikteki binanın North ve South olmak üzere iki kulesi ve iki gözlem evi var. Ana binanın 1.katına giderek bu gözlem evlerinden birine yönlendiriliyorunuz. Havanın güzel olduğu bir günde Fuji Dağı, Tokyo Skytree, Tokyo Kulesi, Meiji Tapınağı gibi ünlü yapıları görmeniz mümkün. Tokyo Metropolitan Binası hafta içi her gün 08.30-17.00 arası ziyarete açık ve tekrar ediyorum ücretsiz. Bana sorarsanız burası Tokyo manzarası için yeterli ama yine de sizi kesmiyorsa Tokyo Skytree’yi deneyebilirsiniz. Buraya tıklayıp inceleyebilirsiniz ama ben de kısaca bahsedeyim. Tokyo Skytree için Combo Ticket ve Tembo Deck olmak üzere iki adet bilet mevcut. Combo Ticket’da hem 350 m yükseklikteki Tembo Deck’e hem de 450 m yükseklikteki Tembo Galleria’ya çıkabiliyorsunuz, fiyatı 2700 yen. Tempo Deck seçeneğinde ise sadece 350 m yükseklikteki Tembo Deck’e çıkabiliyorsunuz, fiyatı ise 1800 yen

Kyoto’daki Pontocho bölgesi gibi Tokyo Shinjuku’daki Omoide Yokocho da karşılıklı dizilmiş bir çok ufak restoranın bulunduğu daracık tarihi bir sokak. Pis Alley olarak da biliniyor. Restoranlar tam dolmadan biraz erken gelip akşam yemeğinizi burada yemenizi öneririm. Bu iç içe küçücük restoranlarda yerellerle yan yana yemek yemek çok eğlenceli. 

Shinjuku’da gündüz gözü ile görmenizi tavsiye edeceğim yer; Shinjuku Gyoen Garden. 1603-1867 yılları arasındaki Edo Dönemi boyunca feodal lordun evinin bir parçası olarak kullanılmış. 1903 yılında botanik park haline getirilerek imparatorluk ailesine verilmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında yağmalanan park 1949 yılında tekrardan düzenlenerek halka açılmış. Shinjuku Gyoen’de Japon, İngiliz ve Fransız olmak üzere üç çeşit bahçe, bunun yanında sanat galerisi, çay bahçesi, cafe, restoran ve bilgi merkezi gibi çeşitli alanlar bulunuyor. Hafta içi 09.00-18.30 hafta sonu ise 07.00-18.30 arasında açık olan parkın girişi 500 yen. 

2.Gün

Asakusa Bölgesi: Ertesi günün ilk hedefi Tokyo’nun tarihi bölgesi olan Asakusa. Sabahın köründe Asakusa yollarına düşmemizin ana nedeni ise Tokyo’ya adım atan her faninin, önünde fotoğraf çekinerek, buraya gelmiş olmanın kanıtını instagramda göğsünü gere gere sergilediği Senso-Ji Tapınağı. Ama Kyoto’dan öğrendiğimiz bir şey varsa o da şu; tapınağa giden yollar da en az tapınaklar kadar keyifli. Bu kural burada da bozulmadı tabii ki. Nakamise Dori Street tapınağa giden yol üzerinde karşılıklı dizilmiş hediyelik ve geleneksel eşyalar satan onlarca küçük sevimli dükkanın bulunduğu ayrıca Japon sokak lezzetlerini deneyebileceğiniz çok keyifli bir cadde. 17. yy’ın sonlarında Senso-Ji Tapınağı popüler bir hac merkezi haline gelince, hacıların yiyecek, içecek ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla Nakamise esnafı, aslında tapınak mülkü olan bu alan üzerinde ticaret yapmaya başlamış. O gün bugündür bu ticaret yoğun bir şekilde devam ediyor. Nakamise Street Tokyo’da hediyelik eşya alabileceğiniz en güzel yerlerden biri. Fazlasıyla turistik bir yer olduğundan kazıklanma ihtimalinizin yüksek olacağını düşünebilirsiniz fakat Japonya’da her hangi bir ürünün fiyatının tüm ülkede aynı civarlarda olduğunu söyleyebilirim. Bölgeler arası fiyat farklılıkları çok da önemsenmeyecek düzeyde. Nakamise Street pazar günleri dışında 09.00-19.00 saatleri arasında hizmet veriyor. 

Ve yolun sonunda Tokyo’nun en eski Budist Tapınağı olan Senso-Ji bütün ihtişamı ile karşımıza çıkıyor. Senso-Ji Tapınağı Budist merhamet ve mutluluk tanrısı Asakusa Kannon’a adanmış. Bu nedenle Asakusa Kannon Tapınağı olarak da biliniyor. Buraya ait bir de efsane dolaşıyor ortalıkta. Çok eski zamanlarda tapınağın olduğu bölgede iki kardeş balık tutarken Tanrıça Kannon heykelini yakalamışlar. Heykeli göle geri atmışlar ancak heykel her defasında geri çıkmış. Bu durumu ilahi bir mesaj olarak algılamış olmalılar ki sonrasında iki kardeş buraya ( MÖ 645 civarında) Tanrıça Kannon’a adanmış bu tapınağı inşa etmişler. Tabi onların tapınağı çok daha minik ve mütevaziymiş. Sonra zaman içerisinde tapınak yangınlar, depremler atlatmış, yıkılmış, yeniden yapılmış, farklı bölümler eklenmiş.. Sonuç olarak günümüzdeki halini almış. 

Senso-Ji tek bir tapınak değil, içerisinde bir çok bölüm bulunuyor. Tapınakta sizi ilk karşılayan şey; Tokyo denilince akla gelen kocaman fenerin bulunduğu kapı olan “Kaminarimon”. Ana bölüm Kannondo Salonu, 8 Buda heykelinin bulunduğu Yogodo Salonu, ve tapınağın ünlü Pagodası tapınağın diğer önemli bölümleri. Senso-Ji 7/24 açık ve girişi ücretsiz bir tapınak. Ancak içerisindeki salonlara 06.30-17.00 arası girebiliyorsunuz.

Nakamise Street ve Senso-Ji için genel bir eleştiri olarak şunu söyleyebilirim; aşırı kalabalıklar. Yani öyle böyle değil gerçekten çok büyük bir kalabalık var. Mesela Kyoto’da bir tapınağa girdiğinizde oranın huzuru ve sakinliği içinize işler. Bulunduğunuz yerin sadece turistik değil aynı zamanda yeryüzünde çok özel bir alan olduğunu hissedersiniz. Ancak burada tek hissettiğim şey ezilme korkusu oldu. Curcunadan ne gezdim nereyi gördüm anlamadım bile. Belki şöyle bir şey yapılabilir; Senso-Ji’nin bazı bölümleri 24 saat açık. Tapınağa biraz erken saatte gelip gezi-fotoğraf ikilisini hallettikten sonra dönüşte Nakamise Street gezilebilir. Biraz erken uyanabilirseniz diğer turistler hala miskinlik yaparken siz Tokyo’nun en ünlü yerinde ironik fotoğraflarınızı çekiniyor olabilirsiniz. 

Akihabara Bölgesi: Tarihi bölge Asakusa’dan sonra Tokyo seyahatimiz boyut değiştirerek tamamen teknolojik bir hal alıyor. Teknolojinin başkenti Tokyo’da elektronik bir şeyler bakacaksanız nereye gideceksiniz?? Tabi ki Akihabara Electronic Town’a. Aklınıza gelen her türlü elektronik cihazı burada bulabilirsiniz. Hatta şöyle söyleyeyim burada gördüğünüz bir çok şeyi muhtemelen dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacaksınız. Akihabara minik dükkanlardan devasa elektronik mağazalara kadar inanılmaz geniş bir alışveriş seçeneği sunuyor. Şüphesiz buranın en önemli elektronik avm’si metronun hemen çıkışında bulunan Yodobashi Akiba. Alışveriş yapma niyetiniz yoksa bile mutlaka görmeniz gereken bir yer. Dünyada daha büyüğü var mıdır bilmiyorum ama benim şimdiye kadar gördüğüm en büyük elektronik mağaza. Akıl mantık alır gibi bir yer değil. Elektroniğe düşkün biriyseniz burada koca bir gün bile geçirebilirsiniz. Playstation gibi bazı ürünler de Türkiye’ye göre inanılmaz ucuz. Yalnız burada önemli bir uyarı yapmak zorundayım Japonya ile Türkiyede kullanılan elektrik arasında voltaj farkı var. Büyük bir hevesle aldığınız ürünü Türkiye’ye getirip çalıştıramayabilirsiniz. Bu nedenle almadan önce mutlaka görevlilerden bu konu ile ilgili yardım isteyin.

Konuya elektronikten daldık ama Akihabara’nın tek olayı elektronik değil. Akihabara aynı zamanda Japonya’da oldukça meşhur olan Otaku kültürünün de merkezi. Peki “Otaku” ne demek?? Aslına bakarsanız Otaku’nun sözlük anlamı müptela, hayran ve bağımlıdır. Ancak burada kullandığımız anlamı ile Otaku; Japonya’da oldukça meşhur olan Animelere karşı ilgi duyan ve bunu bir yaşam felsefesi haline getiren kişilere denir. Gerçekten de Japon milletinin Animeye karşı patolojik bir düşkünlüğü var. Bu nedenle Anime karakterlere ait her türlü değişik ürünün bulunduğu Anime ve Manga mağazaları oldukça popüler. Yine gariplikte sınır tanımayan “Maid Cafe” ler en çok bu bölgede bulunuyor. 

Shibuya Bölgesi: İkinci gün akşamının adresi Shibuya. Tokyo’nun en popüler bölgelerinden biri olan Shibuya benim de seyahatim boyunca en zevk aldığım, en eğlendiğim yer oldu diyebilirim. Shibuya’nın renkli havasını daha iyi hissedebilmeniz için akşam hava karardıktan sonra gitmenizi öneririm.

Shibuya’nın bu kadar ünlü olmasında en büyük pay şüphesiz Shibuya Crossing’e ait. Dünya’da sayısız örneği bulunan basit bir yaya geçidi sizce turistik bir anlam taşıyabilir mi?? Japonyadaysanız bu mümkün. Shibuya Crossing, hani şu filmlerde gördüğümüz, her seferinde üzerinden yüzlerce insanın yürüyüp geçtiği meşhur yaya geçidi… Burada turistler ikiye ayrılmış durumda. Bir kısmı ellerinde telefonları ile anlamsız bir şekilde sürekli karşıdan karşıya geçip duruyor(ki biz de bu grupta yer alanlardandık), diğer kısmı ise yaya geçidini yukarıdan gören cafelerde (ör; Starbucks) cama yapışıp fotoğraf video çekiyor. Shibuya Crossing kendinizi harbiden Tokyo’da hissedeceğiniz, kesinlikle görmeniz gereken, çok özel yerlerden biri. Asla “alt üstü bir yaya geçidi, gitmeye değmez” diye düşünüp burayı atlama gafletinde bulunmayın, sonra çok üzülürsünüz. 

Az önce dediğim gibi çevrede Shibuya Crossing’i kuş bakışı seyredebileceğiniz cafeler mevcut. Shibuya İstasyonunun önünde kafanızı kaldırıp baktığınızda ilk gözünüze çarpan şey tabi ki kocaman bir Starbucks. Bu kadar insan trafiğinin yoğun olduğu bir yerde Starbucks’ın olmaması düşünülemez zaten. Yine Magnet by Shibuya109 adlı avm’nin en üst katında bir gözlemevi mevcut ancak ücretli. Bana sorarsanız Starbucks’ta elinizde kahvenizle izlemeniz çok daha eğlenceli. 

Shibuya metro istasyonunun “Hachikō-Guchi” kapısından çıkar çıkmaz sizi ilk karşılayan şey sadık köpek Hachikō’nun heykeli olacak. Hachikō’nun çok duygusal bir hikayesi var. Sevimli köpek Hachikō 1925 yılında Tokyo Üniversitesi’nde profesör olan Hidesaburo tarafından sahiplenilmiş. Sahibi ile birlikte Tokyo’da mutlu mesut bir hayat yaşayan Hachikō sabah sahibini uğurlamak, akşam saatlerinde de karşılamak üzere her gün Shibuya İstasyonu’na gidermiş. Günler böyle geçerken maalesef bir gün Profesör Hidesaburo Tokyo Üniversitesi’nde kalp krizi geçirerek ölmüş. Ancak sadık köpek Hachikō, 1935 yılında hayata veda edene kadar, tam 10 yıl boyunca sahibini karşılamak üzere Shibuya İstasyonu’na gidip beklemiş. Başlangıçta bu durumdan rahatsız olan insanlar sonrasında Hachiko’yu tanımış ve çok sevmişler. Öldüğünde de sadakatinin sembolü olarak heykeli buraya dikilmiş.

Öldükten sonra Hachikō’nun külleri Aoyama Mezarlığı’na sahibinin yanına gömülmüş. Kürkü ise dondurulmuş, Japon Ulusal Doğa ve Bilim Müzesi’nde yer alıyor.

Az önce dediğim gibi Shibuya, aynı Shinjuku gibi, aklınızdaki Tokyo manzarasını en iyi karşılayacak noktalardan biri. Dolayısıyla bundan sonrası Shibuya’nın neonlarla aydınlatılmış ışıl ışıl sokaklarında kaybolarak Tokyo’yu iliklerinize kadar hissetme zamanı. Zaten her yer 7/24 hareketli ve ışıl ışıl. Size de tek tek sokakları, mekanları keşfetmek kalıyor. 

Eğer vaktiniz varsa Shibuya’da bulunan Meiji Tapınağı ve hemen yanında bulunan Yoyogi Parkı’nı gündüz gözü ile gelip görmenizi öneririm. Meiji Tapınağı İmparator Meiji ile İmparatoriçe Shöken’in ruhlarına adanmış bir Şinto Tapınağı. Tapınak binlerce insan tarafından bağışlanmış 365 farklı türdeki 120.000 ağaçtan oluşan koca bir orman içerisinde bulunuyor. 2. Dünya Savaşı’ndaki bombardımanda ağır hasar gören tapınak 1958 yılında tekrardan inşa edilip kullanıma açılmış. Girişi ücretsiz olan tapınak sabah gün doğumunda açılıp akşam gün batımında kapanıyor. Bu da yaz ayları için kabaca 05.00-18.30 saatlerine denk geliyor. 

Tokyo’da bir çok etkinliğin gerçekleştirildiği, şehrin en büyük parklarından biri olan Yoyogi Park girişi tamamen ücretsiz olan, eğer vaktiniz varsa mutlaka uğramanız gereken bir yer. Biz vakit bulamadığımızdan Tokyo’daki park seçimimizi sadece Shinjuku Gyoen Park’tan yana kullanmak zorunda kaldık. 

3.Gün

Ginza: İşte geldik Tokyo’nun zengin ve ciks yüzünü görmeye. Ginza sadece Tokyo’nun değil, tüm dünyanın en pahalı gayrimenkul kira ve satış değerine sahip bölgesi. Japonya içerisinde bile Ginza’da bir şeyler yemek, alışveriş yapmak öyle herkesin yapabileceği bir eylem değil. Ginza’da bunları yapabiliyorsanız kaymak tabakaya aitsiniz demektir. Hele burada mülk sahibi olmaksa çok acayip bir olay. Tokyo’nun en pahalı bölgesi olan Ginza’da aklınıza gelecek her türlü lüks markanın mağazası, gece klüpleri, restoranlar ve eğlence merkezleri bulunuyor. Ginza Dori ve Harumi Dori’nin kesiştikleri nokta için Ginza’nın merkezi diyebiliriz. 

Ginza gezmesi çok zevkli bir bölge ancak alışveriş yapması öyle çok da kolay değil. Yani sizi bilmem ama hedef kitlesinin ben olmadığıma eminim. Mağazalar o kadar lüks ki her defasında içeri girer girmez en eğreti şeyin ben olduğum hissine kapıldım. Allah var Japonlar çok kibar insanlar, olumsuz bir şey hissettirmiyorlar insana ancak oraya da ait değilsiniz işte. Ortam bize birkaç beden büyük geliyor resmen. En son bu boyutta bir ezilmeyi Beverly Hills’te yaşamıştım. Ama olsun. Olaylara her zaman iyi tarafından bakmak gerek. Toplumun farklı tabakalarını gözlemlemek açısından Ginza’yı gezmenin oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum. O nedenle gidip görünüz, kesinlikle atlamayınız. 

Odaiba: Şehrin en eğlenceli, en güzel kısmını sona bıraktık. Finali muhteşem yaptık yani. Odaiba, Tokyo Körfezi’nde yer alan büyük bir yapay ada. 1853 yılında Tokugawa Şogunluğu döneminde Tokyo’yu denizden gelebilecek saldırılara karşı savunma amacıyla yapılmış. Sonrasında ticaretin gelişmesi ile şehrin önemli bir liman ve sanayi merkezi haline gelmiş. 1990’lı yıllardan itibaren ise sadece Tokyo’nun değil tüm ülkenin en ünlü eğlence ve aktivite adası olarak biliniyor. 

Odaiba alışveriş ve eğlence amaçlı yaratılmış inanılmaz turistik bir yer. Yapılacak çok fazla şey var. Odaiba Marine Park’ta rüzgar sörfü ya da diğer su aktivitelerini gerçekleştirebilirsiniz, devasa avm lerde takılabilirsiniz, Telecom Center Observatory’de Tokyo manzarasını seyredebilirsiniz, Fuji TV genel merkezini gezebilirsiniz, 115 metrelik dönme dolaba binebilirsiniz, Ulusal Gelişen Bilim ve Yenilik Müzesi Miraikan’ı gezebilirsiniz… Odaiba’da yapabileceğiniz etkinlikleri say say bitmez. Ama bunların hiçbirine fırsat bulamasanız da sahilde oturup Rainbow Köprüsü ve Tokyo manzarasını izlemek için bile mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Parkı 7/24 ziyaret edebilirsiniz. 

Ulaşımda Yurikamome Hattı’nı kullanabilirsiniz. Daiba İstasyonuna kadar inanılmaz manzaralı bir yolculuk yaşayacaksınız. Bana sorarsanız buraya bir tam gün ayırmak lazım. Ama hiç bir aktiviteye zaman ayıramasanız da manzarayı izlemek için mutlaka gitmelisiniz. 

2.5 günlük aşırı turistik ve sıkıştırılmış Tokyo seyahatimizin sonuna geldik. Tokyo kısacık bir zaman dilimine sığdırılamayacak kadar büyük ve apayrı bir dünya. Ancak biz Tokyo denince akılda oluşan manzaraları görmeye ve yaşamaya çalıştık. Tokyo yazımdan önce mutlaka Genel Japonya ve Kyoto yazımı okumanızı öneririm. Başka bir seyahatte tekrar görüşmek üzere…

Japonya’ya gitmeden bilinmesi gerekenler yazımı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Eski başkent Kyoto gezi yazımı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

“TOKYO 2.5 günde nasıl gezilir??” için bir yorum

Yorum bırakın