Barcelona; Avrupa’da herkesin görmek isteyeceği şehirler arasında kendisine önemli bir yer edinmiş, Picassosuyla, Gaudisiyle, Messisiyle, Dalisiyle ünlü, sıcacık bir akdeniz şehri. Avrupa’da mutlaka uğramanız gereken duraklardan biri. Barcelona’yı sokak sokak gezmek için en uygun zaman şüphesiz ki ilkbahar- sonbahar ayları. Ancak deniz tatili yapma gibi bir planınız varsa tatilinizi yaz aylarına denk getirmeniz daha uygun olabilir.

Barcelona, Madrid’ten sonra İspanya’nın ikinci önemli şehridir. Ama biz turistler içinse Barcelona her zaman Madrid’den önce gelir 🙂 Barcelonalılar kendilerine ispanyol denmesinden pek hoşlanmıyorlar, Katalan olduklarını her seferinde üstüne basa basa belirtiyorlar. Zaten şehrin her yerinde de Katalan bayrakları asılı. Dilleri ispanyolcadan biraz farklı olan Katalanca.
Barcelona 24 saat uyumayan bir şehir. Barcelonalılar gece hayatını çok seviyorlar, gecenin ileryeyen saatlerinde bile sokaklar tıklım tıklım. Şehirde Tapas kültürü mevcut. İnsanlar ana yemek yerine hemen her köşe başında bulunan Tapas barlarda mezeye benzeyen tapasları yemeye bayılıyorlar. Barcelona’da nereleri gezmeli derseniz gezilecek, görülecek çok şey var. Öncelikle burası herkese hitap eden bir şehir. Tarih var, sanat var, mimari var, hareket var, kısacası ne ararsanız var. Ayrıca bunların yanında değişik zamanlarda yapılan birbirinden renkli festivalleri de var. Ziyaret tarihinizi bu festivallerden birine denk getirmek eğlenceli olabilir. Biz eylül ayında gittiğimizden Le Merce Festivaline denk geldik. Festival süresince her yer ışıl ışıl oluyor. Bir çok konser, etkinlik, havai fişek gösterileri oluyor. Ayrıca bu festivalde şehrin her yerinde insandan kuleler yapılıyor.


Barcelona El Plat Havalimanı 2 terminalden oluşuyor. Terminal 1’e THY gibi büyük hava yolu şirketleri, Terminal 2’ye ise Pegasus gibi daha ekonomik hava yolu şirketleri yanaşıyor. Havalimanı-şehir merkezi ulaşımı ise şu şekilde;
- Aerobus: Merkeze ulaşımın en kolay yolu diyebiliriz. Aerobus adından da anlaşılacağı üzere havalimanı ile merkez arasında ulaşımı sağlayan otobüsler. Her 10 dakikada bir A1 numaralı otobüs Terminal 1’den, A2 numaralı otobüs ise Terminal 2’den kalkıyor. 30-35 dakikada Placa de Catalunya’ya varıyorlar. Tek yön bilet 5.90 euro, 15 gün geçerli gidiş-dönüş bilet ise 10.20 euro.
- Tren: RENFE banliyö treni her 30 dakikada bir Terminal 2’deki B binasında ‘Aeropuerto’ durağından kalkıp yaklaşık yarım saatte Passeig de Gracia’ya varıyor. Tek kullanımlık tren bileti 4.10 euro.
- Metro: L9 Sud metro hattı ile merkeze ulaşabilirsiniz. Bilet ücreti ise 4.5 euro.
- Yukarda saydıklarım en çok tercih edilen ve en ekonomik olan ulaşım yolları. Ancak bunların dışında taksi, shuttle, belediye otobüsleri gibi tercihleriniz de bulunuyor.
Bu kısımda kısaca bahsetmek istediğim bir şey daha var; Barcelona Card. Açıkçası biz ihtiyaç duyup kullanmadık. Kartın 72, 96 ve 120 saatlik geçerli olan çeşitleri var. Barcelona Card bir çok müzeye ücretsiz giriş, daha da önemlisi sıra beklemeden hızlı geçiş imkanı ve limitsiz toplu taşıma kullanma imkanı sağlıyor. 72 saatlik 46 euro, 96 saatlik 56 euro, 120 saatlik ise 60 euro ücretinde. Bir de ayrıca Barcelona Express Card var ki bu da 48 saat geçerli. Express Card’da ücretsiz müze ziyareti imkanı yok. Bu kart toplu taşımayı sınırsız kullanma imkanı dışında bir avantaj sağlamıyor. Fiyatı 18 euro. Dediğim gibi biz bu kartlardan hiç birine ihtiyaç duymadık. Ancak şunu belirtmekte fayda var, neredeyse bir iki nokta dışında ulaşım için hiç toplu taşımaya da ihtiyaç duymadık. Hep yürüdük. Siz de Barcelona’yı yürüyerek keşfedecekseniz bunlara ihtiyacınız yok bence. Ama toplu taşımayı fazlaca kullanacaklar için böyle bir kart almak avantaj sağlayabilir.
Evet merkeze de ulaştığımıza göre artık Barcelona’da gezilecek yerlerden bahsedebilirim;
Las Ramblas
Yukarıda Plaça de Catalunya’dan başlayıp aşağıda Colombus anıtına kadar devam eden (yaklaşık 2 km) Barcelona’nın en meşhur caddesi. Plaça de Catalunya için Barcelona’nın Taksim meydanı, Las Ramblas içinse İstiklal Caddesi desek çok da yanlış olmaz. Catalan meydanı adeta Barcelona’nın merkezi. Las Ramblas ise oldukça renkli ve hareketli bir cadde. Trafik sağdan ve soldan devam ederken yayalar caddenin orta bölümünde geziniyorlar. Barcelona’da kaldığınız süre boyunca defalarca bu caddeyi turlayacağınıza eminim. Cadde üzerinde çok sayıda hediyelik eşya dükkanı bulunuyor ancak maalesef fiyatları oldukça yüksek.



Las Ramblas’ın en alt ucunda Columbus Anıtı bulunur. Bu 60 metrelik anıt 1888 yılında, Columbs’un Amerika’nın keşfinden sonra İspanya’da ilk ayak bastığı yere yapılmış.

La Bouqeria
Las Ramblas’da ilerlerken sağ tarafta bulunan 19. yüzyıldan kalma kapalı pazar yeri. Mercat De Saint Josep olarak da bilinir. Pazar günleri kapalı olan bu mekan hafta içi 08.00-20.00 saatleri arasında açıktır. İçerisinde birbirinden değişik meyveler, baharatlar, zeytinyağları, tapaslar ve aklıma gelmeyen daha birçok şey bulunuyor. Eğer atıştırmalık bir şeyler istiyorsanız, birbirinden lezzetli rengarenk meyvelerle hazırlanmış paketlerden alabilirsiniz. Yada oturup bir şeyler yemek istiyorsanız pazarın içinde bulunan tapas barlarda takılabilirsiniz.



Sangria; Barcelona’ya özgü olan, genellikle kırmızı şarapla yapılan, içinde meyve parçacıkları bulunan bir içecek. Barcelona’da hemen her yerde karşılaşacaksınız.
Barri Gotic
Barri Gotic, daracık sokaklarıyla, mistik havasıyla benim Barcelona’da en sevdiğim yerlerden biri oldu. Las Ramblas’tan Columbus anıtına doğru giderken solda kalıyor. Size tavsiyem Gotik mahalleye girdiğiniz andan itibaren haritayı elinizden bırakın ve daracık sokaklarda kaybolun. Burada keşfedebileceğiniz bir çok cafe, dükkan, butik, sanat galerisi var. Barcelona Katedrali ise Gotik Mahallenin merkezi. Bu mahalleyi sokak sokak gezmek isteyeceksiniz. Yalnız hatırlatmak gerekir ki mahallenin güney kısmı ve liman yolu özellikle de akşamları çok da tekin olmuyor, dikkat etmek gerek.




Port Vell
Port Vell, Las Ramblas’ın en alt ucunda, Columbus anıtının ise hemen karşısında yer alır. Barcelona limanının bir parçasıdır. Günümüzde ciddi anlamda turist çeken bir bölge haline gelmiş. Burada birbirinden güzel Cafe ve restoranlar var, dolayısıyla dinlenmek için gayet iyi bir nokta. Ayrıca Port Vell’de Maremagnum diye bir AVM de bulunuyor. Bu merkezde de Avrupa’nın en büyük akvaryumu ve devasa bir IMEX sineması bulunuyor. Eğer İstanbul’daki akvaryumu gezdiyseniz 21 euro verip de buradakini gezmeye hiç gerek yok. Çünkü hemen hemen aynı, sadece biraz daha büyük o kadar. Ayrıca yine Port Vell içerisinde Barcelona’nın en ilginç müzelerinden biri olan Museu D’historia de Catalunya da yer alıyor.



Barceloneta
Barcelona’nın ortasında tertemiz bir plaj. Dediğim gibi su da kum da tertemiz, istediğiniz gibi denize girebilirsiniz. Barceloneta’nın gecesi de gündüzü gibi çok hareketli. Burada Barcelona gece hayatının tadını çıkarabilirsiniz. Ayrıca birbirinden güzel restoranlar da bulunuyor. Şöyle güzel bir balık ziyafeti çekebilirsiniz kendinize. Biz burada Barceloneta adı verilen restoranda hayatımızın en güzel somonunu yedik. Somondan önce verilen Barcelona’nın meşhur domatesli ekmeği ve lezzetli zeytin yağını anlatmaya gerek bile duymuyorum. Barceloneta’da mutlaka bir akşam yemeği ayarlayın. Bu arada Barceloneta’nın ayağındaki Sant Sebastia Kulesinden karşıda Montjuic tepesine her 15 dakikada bir teleferikle sefer yapılıyor, haberiniz olsun.

Montjuic
Barcelona için 1992 olimpiyatlarının apayrı bir yeri var. Olimpiyatlar sayesinde şehir ciddi bir atılım gerçekleştirmiş, ayrıca da baştan aşağı revize edilmiş. İşte 92 olimpiyatlarının ana etkinliklerinin merkezi ise Montjuic Tepesi. Burada olimpiyat köyünü, ünlü Joan Miro Müzesini ve eğer ziyaretinizi akşam saatlerine denk getirirseniz Museu Nacional D’Art de Catalunya (MNAC) önündeki Magic Fountainsi görebilirsiniz. Magic Fountains müzikli su gösterisi. Sanırım daha önce Las Vegas’ta ve Dubai’de bunun çok daha görkemlisini izlediğimden gösteri benim çok da ilgimi çekmedi açıkçası. Sırf Magic Fountainsi izlemek için akşam akşam Montjuic’e gelinmesini çok da gerekli olmadığını düşünüyorum. Ama gitmek isteyenleri için söyleyelim yaz aylarında akşam saat 21.00’dan itibaren her yarım saatte bir izleyebilirsiniz. Bu arada Montjuic tepesinin güzel manzarasında da değinmeden geçmek haksızlık olur. Buradan çok güzel kareler yakalayabileceğinizi unutmayın.



Poble Espanyol
Poble Espanyol, yani İspanyol köyü. Burası katalan mimar Joseph Puigi Catafalch tarafından 1929 yılında Barcelona Uluslararası Fuarı için yapılmıştır. Başta 6 aylık bir proje olarak düşünülen bu müze, o kadar beğenilmiş ve yoğun ilgi görmüş ki sonrasında kalıcı olmasına karar verilmiş. Burada İspanya’nın çeşitli bölgelerindeki mimari özellikleri yansıtan 117 tane küçük, tarihi ev inşa edilmiş. Günümüzde evlerin içinde birbirinden güzel cafeler, hediyelik eşya dükkanları (tabii fiyatları normalin üzerinde) ve müzeler bulunuyor. Ayrıca canlı canlı izleyebileceğiniz bir de cam atölyesi var. Barcelona gezinize Poble Espanyol’u mutlaka dahil etmelisiniz. Burayı gezerken kendinizi tüm İspanya’yı gezmiş gibi hissedeceksiniz. Giriş fiyatı ise 14 euro.



Park Güell
Katalan Eusebi Güell Barcelona’yı tepeden gören harika bir yerde 17 hektarlık bir arazi almış. Niyeti Güell ailesinin soyluluğunun göstergesi olarak buraya 60 evlik bir site inşa ettirmekmiş. Bu amaçla dönemin ünlü mimarı Gaudi’nin kapısını çalmış. Gaudi bu proje için uzun yıllar çalışmış, Park Güell’i inşa etmiş. Ancak her ne hikmetse burası bittiğinde muhteşem manzarasına ve fantastik mimarisine rağmen talep olmamış, sadece 1-2 ev satılabilmiş. Zaten 1918 yılında alan devlete geçmiş, devlet de 1922 yılında bu muhteşem parkı halka açmış. İyi de yapmış. Çünkü Park Güell tek kelimeyle mükemmel bir yer. Kendinizi masaldaymış gibi hissediyorsunuz. Gaudi’nin o kadar özgün bir tarzı var ki, dokunduğu yere bambaşka bir hava katıyor. Park Güell’in içinde Gaudi yaşadığı ev müzeye çevrilmiş vaktiniz varsa girebilirsiniz. Giriş bileti 10 euro.


Sagrada Familia
Barcelona’nın simgesi, meşhur bilmeyen kilisesi… Sagrada Familia da yine bir Gaudi eseri. Gaudi’nin adeta hayatını adadığı (hatta hayatının son dönemlerinde Gaudi bu kilisede yaşıyormuş) eserini bitirmeye ne yazık ki ömrü yetmemiş. 1926 yılında kilinsenin önünde tramvay çarpması sonucunda Gaudi hayata gözlerini yumunca, 1882 yılında başlanan Sagrada Familia’nın da yapımı haliyle bir süre durmuş. O gün bugündür de bir türlü tamamlanamamış, çünkü kilisenin yapımına halktan toplanan sembolik bağışlarla devam edilmiş. Kısmetse 2026 yılında yani Gaudi’nin ölümünün 100. yılında bitirmeyi planlıyorlar. Kilise gerçekten de çok güzel. Gaudi’nin ömrü sadece “İsa’nın Doğuşu” cephesini yapmaya yetmiş. Diğer iki cephe daha sonra yapılmış. Ancak bakıldığında Gaudi’nin yaptığı cephe hemen fark ediliyor zaten. Üç cephede de hıristiyanlığın doğuşu ve Hz. İsa’nın çektiği acıları tasvir eden bir çok heykel bulunuyor. İsterseniz kilisenin içine girip gezebilirsiniz. Ancak uzun kuyruklar beklemek istemiyorsanız buraya tıklayarak bilet alma işini önceden halletmelisiniz. Bilet fiyatları 15 eurodan başlıyor,bir çok seçenek mevcut. Az önce linkini koyduğum siteyi incelemenizi tavsiye ederim.


Gaudi’nin yaptığı cephe ile sonrada yapılan cepheler arasındaki fark daha ilk bakışta fark ediliyor

Casa Battlo
İşte Gaudi’nin muhteşem bir eseri daha.. Çok merak ediyorum; acaba Gaudi olmasaydı Barcelona şimdiki kadar ünlü olur muydu? Gerçekten de Gaudi, Barcelona’yı Barcelona yapan bir çok ünlü eserin sahibi. Casa Battlo, Gaudi’nin Battlo ailesi için yapmış olduğu bir apartman. 25 euroya içine girip gezebiliyorsunuz, özellikle zemin katı görülmeye değer. Gaudi’ye göre hayatta hiç birşey düz, keskin sınırlı değilmiş. Bu felsefesini eserlerine de taşımış. Gerçekten de evin içinde düz, köşeli bir şey göremiyorsunuz. Pencereler bile oval ya da şekilsiz. Hayli ilginç bir bina.



Passeig de Gracia
Barcelona’nın en ünlü caddesi desek yalan olmaz. Cadde boyunca ünlü markaların mağazaları, bir çok cafe, bar, tapas bulunuyor. Ayrıca Casa Milla ve Casa Battlo da bu cadde üzerinde.
Nou Camp
Futbola ilgisi olsun olmasın Barcelona’ya giden herkesin hayali Nou Camp’ta maç izlemektir. Çünkü Barcelona spor kulübü dünya üzerinde o kadar büyük bir üne sahip ki, maçına gitmek artık sportif aktiviteden çok turistik aktivite haline gelmiş durumda. Camp Nou, hepimizin bildiği gibi F.C. Barcelona’nın sahası, 99.654 kişilik kapasitesiyle de Avrupa’nın en büyük futbol stadyumu. Eğer lig zamanında gitmemişseniz belki maç izleyemezsiniz ama müzesini gezebilirsiniz. Biz maça gittiğimizden müzesine gitmedik. Gittiğimiz maç ise Barcelona- Real Sociedad maçı idi. Atmosfer mükemmeldi. Neredeyse 100 bin kişilik stadın hepsi doluydu. Barça Barça tezahüratları arasında kaybolduk. Ve aklıma gelmişken buradan Messi’ye ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum, çünkü sağ olsun gözümüzün önünde tam 3 gol attı:)) Sonuç olarak maçı 4-1 Barcelona kazandı. Bize de dönüp dönüp anlatacağımız harika bir anı kaldı. Yalnız anlamadığım şey maçın sonunda o kadar kalabalık nasıl oldu da hemen dağıldı. Koca stad bir anda boşaldı, dışarı çıktığımızda bir tek biz kalmıştık. Tebrik etmek lazım, ulaşım sorununu çözmüşler demek ki. Eğer maç izleme fırsatınız yoksa yine de üzülmeyin, Nou Camp’ı ve Barcelona müzesini gezebilirsiniz. Bilet fiyatı 23 euro.

Mes Que Un Club; bir klüpten daha fazlası demekmiş. 1968 yılında, dönemin kulüp başkanı Narcis de Carreras tarafından söylenmiş. Çok doğru söylemiş bence.


Picasso Müzesi
Picasso, Katalan sanatçılar arasında belki de en ünlü olanı. Eserleriyle olduğu kadar sıradışı yaşamıyla da merak uyandırıyor. Müze, La Ribera, Montcada sokağında bulunuyor. İçerisinde Picasso’nun gençlik dönemindeki acemilik eserlerinden tutun da en ünlü kübik tarzdaki eserlerine kadar geniş bir yelpazede yaklaşık 3500’den fazla eser barındırıyor. Yine müzede Picasso’ya ve eşine ait heykeller de bulunuyor. Aslına bakarsanız sadece eserler değil, binanın mimarisi bile müzeyi gezmek için tek başına yeterli bir sebep. Sinemaya da ilgili olduğumdan, Barcelona’ya gitmeden Anthony Hopkins’in canlandırdığı, Picasso ile eşi Françoise Gilot arasındaki ilginç ilişkiyi konu alan “Surviving Picasso” adlı filmi izlemiştim. Hazır Picasso’ya olan ilgim artmışken müzesine gitmek çok iyi gelmişti. Filmi size de tavsiye ederim. Bu arada müzenin girişi 12 euro.

Tibidabo
Tibidabo’dan kısaca bahsetmek gerekirse, Tibidabo yaklaşık 512 m ile şehrin en yüksek yeri. Dolayısıyla muhteşem bir manzaraya sahip. Buranın bir de efsanesi var. Efsaneye göre Tibidabo, şeytanın Hz. İsa’ya kutsallığı karşısında tüm dünyayı teklif ettiği yermiş. Bu bölgede Temple de Sagrat Cor adında bir katolik kilisesi, bir de Barcelona’nın en eski lunaparkı bulunuyor. Aslında Tibidabo’yu çok da gezemedim. Ancak burada özellikle bahsetmek istediğim ünlü bir restoran var; El Asador de Aranda. Burası Barcelona’nın en ünlü kuzu restoranı. Tek tek masalar olduğu gibi ayrı ayrı localar da var. Yemeğin öncesinde her zamanki gibi domatesli ekmek, zeytin yağı falan geliyor. Aman sakın bunlarla karnınızı doyurmayın çünkü sonrasında masanın ortasına muazzam güzellikte ateşte pişmiş kuzu gelecek. İnsan yemeğe doyamıyor, o kadar lezzetli yani. Sadece yemeklere değil porselen takımlara da bayılacaksınız. Bu yemek takımları Viyana’daki Sisi’nin yemek takımlarıyla yarışır gibi geldi bana :))



Flamenko
Flamenkosuz bir Barcelona gezisi düşünülemezdi şüphesiz. Biz de Barcelona’da bir akşamımızı flamenko gecesine ayırdık. Barcelona’da flamenko zevkini yaşayacağınız bir çok mekan var. Araştırmalarımıza göre en iyilerinden biri de Palacio del Flamenco imiş, dolayısıyla biz de kendimizi burada bulduk. Mekanda tiyatro sahnesi gibi bir sahnenin etrafına dizilmiş masalar vardı. Önünüzde akşam yemeğinizi yerken flemenkonuzu izliyorsunuz. Toplamda yaklaşık 1.5 saat falan sürüyor. Dans ve ortam gayet iyiydi. Sahneden hiç inmesinler istiyorsunuz. Yemeklere gelince menüde İspanyollar’ın ünlü yiyeceklerinden biri olan paella vardı. Deniz ürünleri ile aram hiç iyi olmadığı için yemeğin tadına bile bakmadım. Ancak eşim İbrahim’den öğrendiğim kadarıyla tadı fena değilmiş. Fiyat konusuna gelince çeşitli seçenekler mevcut, buradan inceleyebilirsiniz.


Barcelona seyahatimizi burada noktalıyorum. Başka bir yazıda buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın..

“BARCELONA” için bir yorum